VOLUNTEER LETTERS

  • DOST GÖNÜLLER AFRİKA NİJER’DE / Öğretmen Ömer ESMEK

     

    DOST GÖNÜLLER AFRİKA NİJER’DE
    Son olarak dernek genel sekreteri Ömer Esmek, Aralık ayı içerisinde 19.Nijer Sağlık Çalışma grubuyla Gönüllüler çatısı altında, yapılacak olan sağlık çalışmalarına refakat etmek, yetim evlerini ziyaret, keçi dağıtımına destek olmak ve okul ziyaretlerinde bulunmak amacıyla Nijer’e gitti. Nijer dönüşü açıklamalar yapan Ömer Esmek yapılan çalışmaları değerlendirdi.

    “NİJER’DEN AYRILMAK ZOR OLDU”
    Esmek, “Afrika’nın en yoksul ülkesi olan Nijer’in Tessoua ve Agie bölgesinde 15 gün süreli yapılan takdire şayan bir çalışmanın içinde bulunmaktan tarif edilemez manevi bir haz duyduğumu; yokluğun, çaresizliğin anlatılmaz boyutlarda olduğu bu topraklarda, hiçbir karşılık beklemeden onlara sadece insan olarak değer verip hizmet etmenin , ülkem adına, milletim adına ,memleketim adına onur duyduğumu belirtmek isterim.

    Oradan ayrılırken geride bıraktığımız insanların gözlerinde gördüğüm “Ne olur gitmeyin!!” ifadesini unutamadım. Son gün, o çaresiz insanlara “Finiş, Finiş ” demenin üzüntüsünü üzerimden hala atamadım. Ricacı gözlerle yüzümüze bakarken “Ne olur biraz daha kalsanız…Ne olur sanki!” der gibi, boyunlarını bükerek bakmaları hala gözümün önünde.” dedi.

    Yol paraları olmadığı için otuz yıldır doğuştan kataraktlı yaşayan, gördüğü halde kataraktan dolayı yirmi yıldır göremeyen, cerrahi müdahalesi oldukça gecikmiş vakalar, diş ve kulaklardaki kronik durum.. Bu bölgelerdeki sağlık hizmetinin ne denli önemli olduğunu gösterdi. Bizler gitmemiş olsaydık; bu insanların bu halleri ile hayatlarını bu şekilde devam ettirmek zorunda kalacak olmaları, yaptığımız hizmetin ne denli değerli olduğunu anlamanıza yardımcı olmaya yetiyordur. “ dedi. 

    “TEŞEKKÜRLER TÜRKİYE”
    Nijer’de gerçekleştirdikleri faaliyetlerden bahseden Esmek, “Yaptığımız bir okul ziyaretinde 500 öğrenciye diş macunu ve fırçası dağıtık. Okulun fiziki şartları bir kez daha bizi şükretmeye yöneltti. Sıra, masa olmadığı için yerde torbalar üzerinde eğitim yapmaya çalışan, kalemsiz, deftersiz çocukların başarı isteği eğitimci olmam nedeniyle beni çok duygulandırdı. Onların dillerindeki “Teşekkürler Türkiye!!” sözleri gözlerimizi yaşarttı. Yeleğimizdeki Türkiye Bayrağını gören herkes aynı duyguları iletiyordu.

    Buradan sizin aracılığınızla emeği geçen ve destek olan herkese teşekkür ediyor “Allah hayırlarını kabul etsin İnşallah!” diyorum. Ayrıca çalışmalarının karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek çalışan Nijer 19 grubunda bulunan bütün Gönüllüler’i tebrik ediyor daha nice böyle hayırlı çalışmalarda buluşmayı niyaz ediyorum. Beni böylesi hayırlı bir çalışmada hizmetkar kıldığı içinde Rabbime şükrediyorum.” dedi.

     Ömer Esmek 

    09.01.2016

  • GÖNÜLLÜ BİR DOKTORUN KALEMİNDEN... / Dr.Can MEŞELİ

    AFRİKA NİJER'E ''GÖNÜLLÜLER 19. SAĞLIK ORGANİZASYONU'' NDA 
    YER ALMIŞ GÖNÜLLÜ BİR DOKTORUN KALEMİNDEN...

    Zor’muş... Anlatılanlar sadece küçük bir kısmıymış.. Kara kıt’anın kara insanlarının kalpleri hepimizden daha ak’mış... Çaresizliklerini anlatırken dilimiz lal olurmuş...
    Görev yapacağım hastaneye ilk ayak bastığımda akşamüzeriydi... Burnum havanın kuruluğundan tekrar bir kanama seansına başlayacaktı... Gözlerim toz dolu... Otobüsten indiğim an karşımdaydı... O kadar tanıdıktı ki.. Yolculuğun vermiş olduğu sersemliğe bağladım yaşadığım şaşkınlığı... Yüzünde korkunç bir sitem ve kızgınlık...Ama gözlerinin içi gülüyor... Fakat nasıl? Mümkün müydü bu??
    BEN. Karşımda duran BEN’dim.. Can.. Yanına yaklaşmaya bile korktum baştan... Çekindiğimi anladı ve o geldi yanıma... BEN. Nasıl?? Tek bir kelam etti ve kayboldu..
    “BUNCA YIL NEREDEYDİN ?”
    “ ÇOK BEKLEDİM.”

    Gözümle hiç görmedim bir daha onu ama sesi hep kulaklarımda, yüzündeki kızgınlık , beni gördükten sonra değişen sitemkarlığı hep aklımdaydı... Ruhu ise içimde... Artık hep benimle.. Sahip olduğu bütün her şeyi bana teslim etmiş ve gitmişti... Nereye gittiğini bilmiyorum ama sanırım başka bir yok oluşa, başka bir çaresizliğe, başka bir sömürülmüş ve bastırılmış ülkeye gitti ve orada beni bekliyor..

    Ben mi? Ben artık ben değilim.. Kişiliğimin görüp göreceği en büyük miladı yaşadım ben.. Nefs’ime hesap sordum, hedeflerimi değiştirdim, aklımı çelen düşüncelere baş kaldırdım... Ruhum o insanların çaresizliği karşısında ezildi.. Tav’ımdaydım ve tav’ımda dövdüm mutlu olmayı bilmeyen kişiliğimi... Kapkara tenlerine meydan okuyan gözlerindeki fer’in bile dile gelerek söylediği her “Nagudi”(Teşekkürler) ile daha da küçüldü ve ezildi ruhum..

    İlk günün sonunda kapının önünde hala sırada bekleyen insanlara ne olacağını sordum... Bekleyeceklerdi benim sabah gelmemi... Hayatımın zor geçen uyku seanslarından birini yaşadım. Ben, onlara göre büyük bir lüks sayılacak yatakta yatıyordum.. Yattığım yer diken oldu bana... Dua duayı kovaladı.. Biri diğerini... Sızmışım.. Daha hızlı yemek yemeyi daha hızlı yürümeyi daha hızlı hareket etmeyi öğrendim ikinci gün. Hedef tüm hastaları muayene etmek... Gün sonunda hedefe çok yakınken çok uzaklardan yürüyerek gelen hastalar daha yeni varıyorlardı hastaneye... Yüzlerce kilometre yürümüşlerdi ... Ne kadar zorlasam da kendimi gerçekleşmesi imkansız bir hedefti benimkisi.. Masum...

    Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar gördüm orada... O insanlara yapacak bir şeylerin olmadığını anlatırken yerin dibine girmeyi diledim hep.. İçlerindeki çaresizlik beni de kapladı her seferinde... Vitamin tabletleri verdim onlara... Uzun süre yetecek.. Belli mi olur belki birkaç güne tedavi şansı doğar diye teskin ettim kendimi... Kul’uz, aciziz, yapabildiklerimiz sınırlı...

    Yurda döndüğümden beri başkasıyım artık... Her şey değişti bendeki... Her şeyi karşılaştırmaya meylediyor aklım... Kalbimin nasır tuttuğunu söyleyen bile oldu, ne kadar boş şeyleri dert edip üzüldüğünü ona anlatmaya çalıştığımda...

    Kara kıt’anın ak yürekli insanları dualarımda, zihnimde ve kalbimde... Bir sonraki seyahate kadar her gün şükürlerimde...

    Allah korossalki baba! ( Hausaca : Allah şifa versin teyze)

    NAGUDİ DR.CANBERK MEŞELİ

     30.12.2015

  • BURKİNA FASO ‘ DA MUTLU BİR KURBAN BAYRAMI / Prof.Dr.Celal DEVECİOĞLU

    BURKİNA FASO ‘ DA MUTLU BİR KURBAN BAYRAMI

       

                   Hava oldukça sıcak ve bunaltıcıydı. Etraf da oldukça sesizdi . Sadece tavan vantilatorunun pat pat diye çıkardığı o rahatsız edici gürültü, sessizliği bozmaktaydı… İki zenci erişkin bu boğucu sıcağa aldırmadan küçücük salonda yüzü koyun yere uzanmış yatıyorlardı.

    Ben klimalı odada uzandığım yumuşak yatakta, çoluk çocuk ve vatanımdan çok uzaklarda zor bir  bayram yaşamanın yüreğimi yakan  hüznü ve burukluğu ile düşüncelere dalmış.., uyuyakalmış ve aradan saatlerin geçtiğini farketmemiştim bile…. Bu 45’ li yaşlardaki dili, ırkı, hatta rengi farklı iki erişkin aile reisi insan, neden kuru yerde uzanmış yatıyordu … 

                   Evet onlar beni bekliyorlardı.. Yarı gecenin ta 02 sine kadar. Oysa ben odaya geçtiğimde salonda oturmuş birbirleriyle kendi yerel dilleriyle sohbet ediyorlardı… Ben konuştuklarını anlamıyordum.

                   Belki de bu beyazlar; Türkiyeden gelen insanlar ne iyi inşanlar diyorlardı..

    Eski sömürgecilerin Afrikada yaptıkları gibi bizlerden bir şeyler almaya değilde,  memleketlerinde kesecekleri kurbanın etlerini bizlere vermek için ta uzaklardan 9 saat aktarmalı uçak ve 7 saat oldukça kötü, yol bile denemeyecek yerleri, aşarak kara yolunu da katederek bize kadar ulaşmışlardı. Acaba bunu düşündükleri için mi beni bekliyorladı…..

                   Peki neden yine kliması olan ve içinde iki yatağı da bulunan odaya geçip orda uyumamışlardı. Zira evde üçümüzden başka kimse de yoktu.

                   Hayır, hayır..  onların halkına getirdiğimiz bu kurban etleri buna sebeb olamazdı… Onlar İnsandı.. Zenciydiler… ama her türlü insani vasıfları taşıyan insanlardı onlar …. Onları sömürmeyip, onlara değer verdiğimiz ve bunu da karşılık almaksızın Allah için yaptığımızdan dolayı, onlar da bize insan olarak değer verdiklerinden dolayı olsa gerektir diye düşündüm.

                   Henüz vakit gelmemişti. Hava alanına gitmek için. 1-2 saat kadar daha zaman vardı.

                   Evet onlar, bu sıcak ortamda beni bekliyorlardı.

                   Ben de aynı havayı solumalıydım dedim kendi kendime.

                   Sessizce gürültü çıkarmadan, ben de aynı salonda oturarak onların başında bekledim. Bende bu bu sıcak ve boğucu havayı teneffüs ederek Onları düşünmeye başladım.

                   Yüce Rabbimin bu, çok şeyden yoksun fakat çok az şikayet eden mutlu insanlarına, bana bir öğretim üyesi olarak , mesleğimle hiç ilgisi olmayan , sıradan insanların becerebileceği, bir kurban organizasyonunda, karşılıksız, katıksız hizmet etme fırsatı verdiği için de şükrettim. Bir teşekkürüm de size Ey BİSEG Gönüllüler Derneği…

                   Demek insan uyusa bile , eğer derin uykuda değilse ve zamana bağlı yapmak zorunluluğunda olduğu şey varsa etrafındaki insan varlığını kolay hissediveriyor.

                   1 saat kadar geçmiştiki uyandılar.ve hemen saatlerine baktılar.

                   Hayır uyuyun daha bir saatimiz var gitmeye dedim.

                   Uyumadılar.. 

                   Çay kahve bir şey istermisin dediler..  hayır zahmet etmeyin dedim..

                   Madem uyandınız o halde hava alanına gidelim dedim. Onları daha fazla rahatsız etmek istemiyordum.

                   Eşyalarımı araca taşımak istediler izin vermedim.

                   Zaten tek parça bir sırt çantasıydı eşyalarım . Çoğunu da orda bırakmıştım..

                   Yollar o kadar karanlık ve sessizdi ki adeta in cin top oynuyordu tabirinin tam kullanılacağı yerdi..

                   Gece yarısından çok sonraki saatlerde sessizliğin içinden geçerek 15 dakikada küçücük bir batı Afrika ülkesi olan Burkina Faso’da başkent  Ouagadougou  hava alanına vardık.

                   Heyhat.. . Hava alanında kapıda sandelye üzerinde oturarak uyuklayan bir güvenlik görevlisi ve içerde salonları paspas yapan iki temizlik görevlisi bayandan başka kimse yoktu. Bankolar ancak iki saat sonra açılacaktı.

                   Oysa ben uçakta oturma yerleri numaralı olmadığı için gelmeyenler olur diye fazla bilet satıldığını ve erken gitmezsem yolcu kapasitesi dolarsa o gün uçamayıp ertesi güne kalırsın diye duymuştum. Bu nedenle de erken gelmeyi programlamış, fakat programlanandan da erken gelmek zorunda kalmıştım.

                   Neyse..  Ziyanı yok ben beklerim dedim.

                   Ve o Burkina Fasolu dışı kara fakat içi kar beyazı Zenci ile vedalaşıp siz artık evlerinize gidin ben bekler ve uçağa biner giderim dedim.

                   Fakat  ne mümkün. Hayır asla olmaz dedi  Osman..

                   Ben seni bekleyeceğim..

                   Bileti check in yapıp sen güvenlikten geçinceye kadar da bekleyeceğim..dedi Osman

                   Evet Burkina Faso’lu Osman ve arkadaşı aynen öyle de yaptılar.

                   3 saat kadar daha sandalye üzerinde kah oturarak kah uyuklayarak pek konuşmadan beni ta gözden kayboluncaya kadar da beklediler.

                   Ben de onlara el sallayarak Güvenlikten geçtim. Uçağa bindim..

                   Acaba onlardan ayrılırken sevgiyle kucaklaşabilmişmiydim…

                   İçimden bir ses.. Hayat Bu insanlarla yaşamaya değer diyordu..   hem de çok uzun süreler…

                   Bir defa  ben onlara dokunmuşonlarsa benim gönlüme dokunmuşlardı…..

        Ekim 2012

    Prof.Dr.M.Celal Devecioğlu

     

     

  • Sevgili Arkadaşlarım, Dostlarım / Hamdi Alper UTKU

     

    Sizlerle hayatımın çok önemli ve değerli bir parçasını paylaşacağım. 2008 yılında başlıyyor hikaye. O yıl Nijer’e ayak basana dek Türkiye’de bu kadar fakir insan varken Afrika’ya yardım etmek de neymiş diye düşünenlerdendim. Sonra dünyanın en fakir ülkesi olan bu ülkenin koşullarını gördükçe bu görüşüm 180 derece değişti. (Merak duyarsanız ekte OECD Nijer raporunu ekledim. Biliyorsunuz biz danışmanlar raporsuz yapamayız.)

     

    Hangisini anlatayım.. 300.000 kişiye bir doktor düştüğünü mü, fakirlikten kız çocuklarının 11-12 yaşında evlendirilip sonra ellerinde bebekleriyle sokaklara terk edildiğini mi, 1 dolara halledilebilecek bir ebe desteği olmadığı için onbinlerce kadının fistul illetini çektigini mi, yuzbinlerce insanın bizde sadece hayvan yemi olabilecek mısır kırığına benzeri bir gıdadan başka besin kaynağı olmadığını mı, sıtmayı mı, kuraklık zamanı ölen bebekleri mi? Hangisini bilemedim. Önce kısa vadeli yardım çalışmalarına destek olmaya çalıştım. Sonra gördüm ki kalıcı birşeyler yapmak lazım. Bunun üzerine en iyi bildiğim şey olan danışmanlık ve girişimcilik yönümle bu güzel ülkenin kanaatkar güleryüzlü insanlarına hizmet etmeye karar verdim. Çok sevgili Mustafa Merter’in fikir babası ve yol arkadaşım olduğu, Nijer’e büyük hizmetler yapmış sevgili dostumuz İbrahim Ceylan’ın her türlü destek için seferber olduğu Türk Köyü projesine gönüllü danışman olarak çalışmaya adadım kendimi. Türk Köyü projesi kısa vadeli yardımların ötesine geçen balık veren değil balık tutmayı öğreten uzun soluklu örnek bir proje. İçinde sağlık, eğitim ve tarımsal araştırma merkezi  yatırımı olan bir uzun vadeli bir kalkınma projesi. Ekte projeye ilişkin ön çalışmayı göreceksiniz. Proje fikrini oluşturduktan sonra 2008’den bu yana bir dolu alt yapı hazırliğı yaptık:

     

    ·         Düzenli ziyaretlerle ilgili bakanlıklarla -Sağlık Bakanlığı, Mesleki Eğitim Bakanlığı, Aile ve Kadın Bakanlığı- fikir alışverişinde bulunduk ve bakan ve müsteşar düzeyinde projemizi anlattık, destek istedik ve aldık

    ·         Ziyaretlerimizde Türk gönüllülerin www.gonulluler.info ve doktorlarımızın Nijerde yaptığı ondan fazla ziyaret bu ziyaretlerde yapılan binlerce ameliyat ve yardımın sağladığı olumlu havadan güç aldık.

    ·         Nijer Sağlık Bakanlığı ve yerel yönetim ve STK’larla görüşerek en çok ihtiyaç duyulan bölgeyi (Maradi) belirledik http://en.wikipedia.org/wiki/Maradi_Region

    ·         İlgili bölgede saha ziyaretleri yaparak Türk Köyü’nü yapacağımız tam lokasyonu (Tessaoua) seçtikhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Tessaoua

    ·         Tessaoua’da bölgenin kralına, yerel yöneticilere ve yerel halka projemizi sunduk ve destek istedik. Büyük bir destek aldık. Ekteki videoda bunu görebilirsiniz https://vimeo.com/37468136/

    ·         Tessaoudaki yerel yönetim yerel havaalanına bitişik 300 dönüm büyüklüğünde bir araziyi bize tahsis etme kararı aldı.

    ·         Bunun üzerine önce Türkiye’de Bir İnsan Sağlık ve Eğitim Köyleri Gönüllüler Derneği (BISEG) adında sonra Nijer’de One Humanity Volunteers/Une Seule Humanite adında yerel bir STK oluşturduk.https://www.facebook.com/pages/BISEG-UNE-SEULE-HUMANITE/193796090660544               

    ·         Oluşturduğumuz One Humanity Volunteers/Une Seule Humanite Birleşmiş Milletler Kalkınma Programına UNDP tarafından tanınan bir STK ve ayrıca Nijer Sağlık Bakanlığı tarafından akredite edildi

    ·         Arazinin resmi tahsis işlemleri sürerken mimari proje için Türkiye’de Proje Yönetim A.Ş.http://www.projeyonetim.com/ desteğiyle mimari ihtiyaç programinı oluşturduk

    ·         Afrikada yapılacak bir çalışma Afrikalı olmalı düşüncesiyle Afrika Yerel Mimarisi konusunda uluslarası otorite kabul edilen Hollanda merkezli African Architecure Matters http://www.aamatters.nl/

    ·          ile know-how ve işbirliği anlaşması imzaladık.

    ·         Yerel Afrika mimarisini uygulaması konusundaki başarısı nedeniyle Aga Han Ödüllü http://www.akdn.org/architecture/project.asp?id=327  Senegalli Mimar Birahim Niang ile temas ettik ve kendisi projenin mimari danışmanlığını kabul etti ve Türk Köyü projesinin ön projesini çizdi.

    ·         Birahim Nang ve odullu bir baska Afrikalı mimar olan Francis Kere’nin http://www.kerearchitecture.com/yönlendirmesiyle Türk Köyünü Afrika’da en sağlıklı ve ayrıca ekonomik mimari olan kerpiç tugla ile yapmaya karar verdik.

    ·         Nijerde aynı mimariyi kullanarak yapılmış çocuk hastanesinin http://cure.org/hospitals/niger/ mimarıyla bir çalışma protokolu imzaladık.

    ·         Know how paylaşımı konusunda dünyaca tanınan Bunker Roy liderliğinde Barefoot Collegehttp://www.barefootcollege.org/ ile işbirliği görüşmelerine başladık.

     

    Simdi geldik projenin adım adım hayat geçmesine. Proje farklı fazlarda hastane, egitim merkezi ve tarımsal araştırma merkezi içeriyor. Önümüzdeki 3-5 yıllık süreçte bu projenin farklı vasıtalarla 2-3 M USD arasında fon ve kaynak yaratmaya çalışacağız. Siyasi bir baglantı olmadan, herhangi bir gruptan cemaatten bagımsız tamamen kendi imkanlarımızla inancımızla sadece yüregimizle bir avuç insan bu yola cıktık. Umarım bu şekilde Turgut Ozakman’ın Şu Çılgın Türkler diye tarif ettiği Türklük mirasımıza belki bir nebze layık oluruz. Allah’in yardımı, karşılaştığımız güzel insanların desteğiyle bugunlere geldik, sonuna kadar gidebileceğimize ümidim ve inancım sonsuz.

     

    Ben kendi adıma daha ne yapabilirim düşünürken Runtalya Maratonu önüme çıktı. Hayatımda ilk maratona geçen yıl Avrasya’da 15km koşarak katıldım. Hoşuma gitti. 4 Mart'ta Runtalya Antalya  Maratonu’nda hayatımda yarı maraton (21 km) koşacağım ve koşarken Nijer'de gönüllü danışmanlığını yaptığım Türk köyüprojesi yararına bağış toplayacağım. Nijer'de onbinlerce kadın koşacağım Runtalya Yarı Maratonu kadar yolu hergün evinin su ve temel ihtiyaçları için tepiyor. Herhalde ben de gidebilirim onlar kadar.

     

    Yukarıda hikayesini anlattığım projeyle ilgili bazen size paylaşımda bulundugumda telefonla emaille arayarak destek olmak istediğinizi birçoğunuz söylediniz. Bundan cesaret alarak size yazıyorum. 5 dakikanızı ayırarak Türkiye’de Bir İnsan Sağlık ve Eğitim Köyleri Gönüllüler Derneği (BISEG) olarak, Nijer'de One Humanity Volunteers-Une Seule  Humanite adıyla faaliyet gösteren derneğine bağışta bulunarak Afrika'daki gönüllü çalışmalarımıza  katkınız olmanızı rica ediyorum. http://benvarim.com/proje/maraton-kosmak-zor-geliyorsa-afrikada-kadin-olmayi-deneyin

     

    Bağış yapacağınız 100 TL bu örnek projede önemli bir desteğiniz olacak, 1000 TL ile bir ameliyathanenin inşaatında önemli bir katkı sağlayacaksınız. Vaktiniz darsa maraton sonrası da bağış yapabilirsiniz. Yolumuz uzun, sizi dönem dönem projedeki gelişmeler için bilgilendireceğim. Sizlere bu mesajı yazabilmek bile bana büyük güç kattı. Yardım ve desteğiniz için şimdiden teşekkür ederim.

     

    Selam ve sevgilerimle,

     

    Alper Utku

    01.03.2012

  • 11. Nijer seyahati ile ilgili birkaç satır karaladım / Prof.Dr.Celal DEVECİOĞLU

            Nijer seyahati ile ilgili yolculuğun en zor kısmı karayolu ile olan bölümü idi.

    Burada da en büyük sıkıntı yollarda tuvalet ve su bulma sıkıntısı idi. her türlü nimet içinde yaşamış ve bol su ile temizlik yapma alışkanlığı olan bizler için az miktarda şişe suyu ile bu işi doğru düzgün tuvaleti olmayan yerlerde  yapmak zor tabi (!!!! ...) SU gibi bir nimet konusunda ne kadar şükür edelim bilmem ki...Bu sıkıntı gidiş ve dönüş ayrı ayrı yaklaşık 18 er saat sürdü.Nijerde bulunduğumuz bölge itibariyle de Sıtma hastalığı  çok ciddiye alınması gerekli ayrı bir sorun. Onlar için belki bu, nezle gibi bir hastalık ama bazı çocuklarda ,oldukça ağır bir klinik tablo ile seyrediyor. Çocuklar haftalaca koma benzeri bir tabloda ateşler içinde hastanelerde yatıyorlar... O masum yavrucaklar...

    Dünyanın bize göre çok, çok.. nimetlerinden yoksun bu insanlar... Dışarıda hastane avlusunda yığınlarla bekleşiyorlar.. Orada oturup odada yiyip orada içiyor,orada kumların üzerine bulabilmişerse bir parça naylon hasır üzerinde yatıp kalkıyorlar..ve ordada bu yokluk yoksulluk ve çaresizliğin farkında bile olmadan Rab'lerine ibadet ediyorlar..  secde ederken alınlarına kum taneciklerinin yapışmasına aldırış etmeden.. sineklere,... çekirgelerin üzerlerine zıplamasına.... sivrisineklerin kendilerine sıtma' bulaştırmalarına aldırış etmeden...Kabullenilmiş bir çaresizlik içinde... Ama hayat devam ediyor..Onlar bu yokluğa aldırış etmeden ve isyan etmeden yine de bulabildikleri ile elde edebildikleri ile azıcık da olsa mutlular....mutlular..... Mutluluk sahip olduklarımızla değil ,sahip olduklarımızın bize hissettirdiklerile alakalı herhalde. En azından o insanlar isyan içinde değiller...

              Anne ne olursa olsun yavrusunu koruyor kolluyor, heryerde ,herzaman sırtında taşıyor.Doktora göstermek istediği zaman bile bize göre kaba görünseler bile sırtındaki düğümü  nazik bir şekilde çözüp ,bağı gevşetiyor ve ve itina ile bebeği oldukça koruyup kollayarak indiriyor önünüze. Bebek halinden memnun ayrılmak istemiyor annesinden... Çünkü annesi onun hayat bağı ..Onsuz ne yapar.. Ne yer ne içer acıktığı susadığı zaman. Anne kucağında  kendisi buluyor memeyi. kendisi alıyor ağzına memeyi..kavrıyor adeta elleriyle memeyi ,ağzından çıkmasın diye.... 3-4 yaşlarında olsa bile... Hala anneyi emiyor.Boşaltıyor annenin memesinin içindekileri , meme adeta pörsüyor ,sarkıyor boş bir torba gibi...Anne ile çocuk arasındaki bağ o kadar güçlü ki adeta çocuk annenin bedeninin bir paçası gibi... onunla bütünleşmiş gibi..Anne de onunla gülüyor onunla mutlu... Bir yabancının vediği hediyeyi ,şekeri bile annesinin elinden olmazsa almıyor.. ancak onun eline güveniyor..

            Geleceğimiz son gündü toparlanıyorduk ilaçlarımız bitmişti..Ama hala dışarıda bekleşenler vardı.Boş vaktim olduğu için dışarı çıkıp şu hastalara bakayım dedim. Belki içlerinde ağır olanlar varsa yardımım olurmu ? diye.. Ateşler içinde yanan, ateşi yüksek ve baygın duran bir çocuk ve kafasında apse olan bir çocuk gördüm. Kafada saçlı deride apse olan  çocuğun apsesini KBB uzmanı boşaltıp gereken tedavisini yaptı ilacını verdi.. Ateşli olan bir yaşlarındaki çocuk ise sıtma idi. Çok şükür ki ben oru görmüş,  tanı koymuş ..ilacını temin edip verebilmiş.. hastalığını daha çok ilerlemeden tedavi edebilme şansını yakalayabilmiştim. Baktığım 1229 hastanın belki de en değerlisi bu mu idi?  Ne mutlu bana ki ...böyle masum ,,böyle saf ,,böyle temiz,, fakat çaresiz bir yavruya ,hizmet etme.. derdine derman olma fırsatını bana nasip etmişti. Şükür Yarabbi...

          Yine bir akşam vaktiydi daha henüz Tessaou' ya gelmiştik .Bir bebek sesi geldi, ağlıyordu, adeta haykırırcasına, bu güçlü bır ağlama sesiydi. hastalıkla ilgili değildi bana göre... Cerrahi ekiple yanına vardığımızda bebeği kucağında olan  annesi gögsündeki tek kat giydiği bluzunu yukarı kaldırınca, her iki anne göğsünün oldukça büyümüş, şişmiş iltihaplanmış, apseleşmiş olduğunu adeta  birer dev  meme haline gelmiş olduğunu cerrah gördü. Ve bunu açmak, apseyi boşaltmak gerek dedi. İşte O an çocuk ; Ben açım açım diye ağlıyordu demek.... Eminim ki ertesi günler annesi iyileşip artık meme emebildikten sonra ise ağlarken herhalde Yarabbi şükür.. Sana şükürler olsun ki ta uzaklardan bu sağlık ekibini annemi iyileştirmek için gönderdin . diyordur... 

          Ekibin içinden sıtma olanlar çıktı. bazıları üzüldü sıtma oldukları için ...bazısı ise adeta içinden sevinmişti...Nedendi acaba...Ona hiç bir şey söyleyemedim... sanki o adeta tıpkı Afrikalı gibi bunun yüce yaratanın kendisi için bir takdiri olduğu düşüncesindeydi..koruyucu ilaç kullanmamıştı ... ben de  onun temiz duygularla hissetiklerini küçücük kendi aklımla bulandırmak istemedim...Nasıl olsa tedavisini oluyordu...ekip başkanı ekibin sağlığı konusunda oldukça da titizdi..

           

               Afrika için şöyle diyorlar:

    Lisanlarını bilmesenizde

    Afrikalının gözünün içine bakmanız yeterli..

    Her şeyleri içinde saklı ..

    acılarıda ....Mutlulukları da...

    Afrika adeta bir okul...

    Çaresizlikle yaşamayı...

    azla yetinmeyi..........

    Acıya dayanmayı........

     ve beklemeyi bilmeyi.............

    Hayat her halde; insanlara faydalı olma.. şimdilik olanı verme ve fedakarlık yapma demek....

    Prof.Dr.M.Celal Devecioğlu

     04.10.2011

     

  • Nijer / Hüseyin AYBİLEK

    13 Milyon nüfuslu Afrikanın ortasındaki Nijer’den geliyorum. Yine kalbimiz buruk, içimiz yanık, tarifi mümkün olmayan bir çile yolculuğundan dönüyoruz. 8-19 Haziran 2010 tarihleri ara-

    sında gerçekleşen bilmem  kaçıncı  Nijer seferinden geliyorum.

    Her seferinde ölümle burun buruna, 4 günlük yolculuk, 36 saat kara yolculuğu, 6 adet değişik uçakla kum fırtınaları, seller ara-

    sında, ölüm hastalığı olarak bilinen humma ve malarya sıtması

    hastalıkları, hiçbiri umurumuzda bile değil.  Yeter ki bir şeyler yapalım. Bir  şeyler yaptık Allahım diyebilelim. Yoksa inanın o insanlar aç ve yoksul olduklarının farkında bile değiller.Ancak şuna inanın ki bizim burada yaşayanlar da  ne kadar zengin ve varlıklı olduklarının farkında değiller.  34 kişilik ekibin hemen hemen hepsi Malarya sıtmasına yakalandı. Tedavi edilmezse öl-düren bir hastalık, ama ekibin umurunda bile değil.  Hiç kimse çalışmadan geri kalmıyor. Bir ameliyattan öbür  ameliyata koş- turmaca devam ediyor.  Kimsenin morali bozuk değil.  Binlerce insan muayene ediliyor.Yüzlerce ağır ameliyat gerçekleşiyor.Bu ameliyatların içinden sadece bir tanesini örnek olarak belirteyim. Bir kadın düşünün doğum başlamış hatta çocuğun yarısı çıkmış ama tam doğum gerçekleşememiş. Ne doktor var, ne hemşire var ne ebe var elinden tutacak. Kadıncağız üç gün öylece feryat figan ölümle penşeleşiyor. Çocuk çoktan ölmüş, kadın ölmek üzereyken bize getirdiler. Çok şükür kadın kurtarıldı. Ne işiniz var oralarda diyenlere sesleniyoruz.Bu işlerin delisi olmayan oralara adım bile atamaz. Ölümü göze almayan o yollara düşemez. Müslümanım deyipte ahiret yurdunun şiddetli hesabını düşünmeyen bunca nimetin hesabını nasıl veririm diyemeyenler sorar bu soruyu, ne işiniz var oralarda diye.  Oralarda yaşayanlar insan.O insanlar aç ve çok yoksulluk içindeler. Doktor yok, ilaç yok, hastalık çok.Evet dünya artık küçücük bir köy olmuş vaziyette. Herkes birbirini gözetmek zorundadır. Yoksa hesabı çok çetin olur.  Bize kalan sadece  verdiğimizdir.   Anlatılmaz  yaşanır  derler ya,  oraları görmeyen  maalesef bilemez. Burada her şeyimiz var ve farkında bile değiliz. Onların hiçbir şeyi yok ama onlarda bunun farkında değiller. Açlıktan veya hastalıktan ölüyorlar. Türkiyeden bize doktorlar geliyor diye günler öncesinden birlerce insan akın etmiş Nijer’in Tessava bölgesine. 100,000 nüfuslu tessavanın hepsini bu

    Sekiz gün içinde  tedavi etmek mümkün değil. 3,000 muayene yapı

    larak, 294 katarakt ameliyatı, 111 genel cerrahi ameliyatı, 817 diş operasyonu, 1586 kişi Kulak Burun Boğaz muayenesi, 562 genel  cerrahi ve üroloji muayenesi bu sekiz güne sığdırıldı. Ayrıca 824 adet maltız keçisi dağıtıldı. Hayvancılık yapmaları ve ayağa kal- kıp kimseye muhtaç olmadan yaşamaları  için önceden tesbit edi- len  çok  yoksul olan  ailelere  keçi  dağıtımları  gerçekleştirildi.  

    Bugüne kadar geçen 5 yılda 30 su kuyusu açıldı, 8,000 adet keçi dağıtıldı. Gittiğimiz bölge afrikanın sadece küçük bir köşesidir.

    Ancak görüyoruz ki onların bize ihtiyacından daha fazla bizlerin onlara ihtiyacı var.  Unuttuğumuz  bütün değerleri bize tekrar hatırlatıyorlar. Bir insanın hayatı boyunca unutamayacağı izler bırakıyor üzerinizde. Dönerken de sadece Allaha emanet olun Allah yardımcınız olsun deyip, bütün açlık, hastalık, sefalet ve yoksulluklarıyla  baş başa  bırakıp  geri  dönmek zorundasınız.

    Orada ne işimiz var öylemi. Rengini bizim kanımızdan alan  al bayrağımıza hizmet etmek için, fisebilillah Allah rızası için, Allah yarın huzuru mahşerde bunlar açtı, sen su böreklerini  kebapları yerken onlar açlıktan ölüyorlardı niye duymazdan geldin deyip sormasın diye, Vicdanımız ve İnsanlığımızın sesi  orada mutlaka olmamız lazım dediği için, Afrikadaki o aç insanları  kiliselerin

    yardımına muhtaç  boynu  bükük  bırakmamak için, Osmanlı ecdadımızın yaptığının aynısını yapabilmek için, ben de senin torununum diyebilmek için, biz olduğumuz için, yüce dinimizin emirleri bu yönde olduğu için ve daha sayılabilecek yüzlerce sebep yüzünden  oradaydık.   İnsanlığın  ölmediğini  göstermek  için oralardayız. Kendimiz her şeyi hatta ölümü göze alarak gittik ve gitmeye devam edeceğiz inşallah. Burada memleketimizde yaşa-

    yan kardeşlerimizi de ihmal etmeden, onların sıkıntılarında da yanlarında olmaya devam edeceğiz. Gücümüz yettiği kadar bu yolda mücadeleye devam diyoruz. Hedefine kararlılıkla yürüyen insanın önünde bütün dünya kenara çekilir.Onun için bu kervana yolun açık, başın dik, gücün kuvvetin bol olsun derken, geride bı- raktığımız afrikanın taaa ortalarında açlık ve hastalık içinde yaşa- maya çalışan insanlara verecek hiçbir şeyiniz yoksa bile,  dua da edemez misiniz.O insanlara ve bu kervana sadece dua etseniz bile yeter.

    HÜSEYİN AYBİLEK

    24.6.2010  

  • Nijer'den Mektup / Yük.Mimar Fatma Sema Yücel

    NİJER’DEN MEKTUP

     Kimisine göre ya 15 gün ayrı kalmıştık, vatandan ya da kimine göre 15 gün boyunca vuslata ermiştik, dostlarla. Tanımlamalar değişken ama değişmeyen şey 15 günlük Nijer yolculuğumuzun sonuna geldiğimiz. 12. seyahatimiz biterken 13.sü 14. sü 50.si için gönüller umut dolu, gayretli eller duada.

     Çok değil tam 15 gün önce Temmuz’un 1’inde 42 kişi yollara düştü, bir ideal peşinde. Uzak dediğimiz ülkelerden birinde, aslı yakından daha yakın bir coğrafyada, hatta bizimle aynı gök kubbenin altında, aynı güneşi paylaşan nice güzel insanı görmeye gitmişiz meğer. Aslında biz yardım etmek niyetiyle yola koyulmuştuk ya, hesapta olmayan hayat buldu da; onlar bize yardım etti. Her şeye rağmen gülümsemeyi, sıkıntıları kabullenip yas tutmak yerine hayata umutla bağlanmayı ve her daim şükürde kalmayı gösterdiler, her birimize.

     Sayılar belki önemli, belki önemsiz. Ama sayılar umut dolu, tekrar Nijer’e dönmek için gayret dolu. Polikliniklerimizde tam 1078 yetişkin Nijer’li hastayı ağırladık, dertlerini dinledik. Kimine ilaç olduk,  kimine muhabbet dolu bir arkadaş. Ya çocuklar? Çok değil belki ama, hiç “az” değil, tam tamına 792 çocuk, sesleri, gülüşleri, bakışlarıyla poliklinikleri şenlendirdi.

     Her birinin başka başka hikâyesi olan ama yine de mutlu, yine de mağrur, yine de gülümseyen 242 kişiye cerrahi ameliyat yapıldı. Acı tecrübelerin, kederli hikâyelerin sonu gelmese de, ağrılar hafifledi, hastalıklar iyileştirildi. Ultrason cihazı 390 kişi için kullanıldı, tam 390 kez çekim yapıldı. Labratuarımız 232 kişiyi ağırladı, testler yapıldı.

     Afrika görebilsin diye, Nijer güneşi görsün, hilali görsün diye, yıldızları, renkleri, sevdiklerini görebilsin diye uğraş verildi. 1358 Nijer’li göz polikliniğinde muayeneden geçti ve toplamda 357 kişisi karanlık dünyalarının perdesini araladı, gün ışığına kavuştu. Kimi dualarla karşıladı bu anı, kimi zılgıt çekerek sevindi. Kimisi hiç görmemişti babasını, kardeşini ve ışığı, kimisini ise görmediği için terk etmişti, eşi, dostu, arkadaşı. Bugün 357 göz yeni doğan güne uyanırken ışık gözlerini kamaştıracak. Şikâyetten öte bu kamaşma onlara sevinç olacak. Bugün 357 göz, gördüğü diğer gözlere umut ışığıyla bakacak.

     KBB Polikliniğinden 730 güzel haber verildi, artık kulaklar güzel haberleri işitebilecekti ve güzel insanların kulakları güzellikleri işitebilsin diye 400 tane aspirasyon yapıldı. Her halde ve her koşulda gülümseyen kıtanın gülümseyen insanları diş polikliniklerine geldi ve 983 kişi artık daha da güzel gülümsüyordu. 1101 diş çekildi, 52 dolgu - kanal tedavisi yapıldı ve kara tenli, tertemiz kalpli güzel insanların gülümseyişi katlandı.

     Yoksul Nijeri’in yoksul bir bölgesinin ücra köylerine gidildi. Tam 1000 mutlu keçi sahibine teslim edildi. Keçiler mutlu olur mu demeyin! Keçiler mutlu da olur, umutlu da. 1000 keçi, Türkiye’deki, Almanya’daki, Fransa’daki ailelerin gönüllerinden kopup geldi, Nijer’deki kardeş ailelerini buldu. O muhtaç ve geçim kaynağı olmayan kadınlara, o masum çocuklara umut kaynağı oldu, geçim kapısı oldu, nimet oldu, bereket oldu. Böyle bir tabloda ister veren ol, ister alan, istersen de verilen 1000 keçi ol, mutsuz olmak olur mu? Bayram yerine dönen köy meydanında kim daha mutluydu bilinemezdi, kim daha umutluydu karıştı, gitti. Şimdi o bayram yerinden kalan hatıra fotoğrafları, gülümseyişler, kucaklaşmalar ve birlikte edilen gönül dolusu dualar.

     Dualar, bayram yerlerinde mi kaldı sandınız? Dualar su olup taştı, su olup bir kuyuya ulaştı ve bu seyahat 16 kuyu daha suya kavuştu. 16 su kuyusu daha geçmiş kuyuların şahidi, gelecek nice güzel kuyuların habercisi oldu. 16 kuyu daha o güzel insanlara su ikram etmekle neşelendi.

     Tüm bu işler olurken, biz tam 42 kişiydik. Öyle mi sandınız? Öyleyse yanıldınız! Arkasında binlerce gönüllünün emeği, duası, umudu, sevgisiyle, özverisi, selamıyla giden ete kemiğe bürünmüş birkaç kişi ama binlerce gönül!  Binlerin gönlünü kara kıtaya götürdük ve o binlerce gönüle kara kıtadan selam getirdik, dua getirdik. Şimdi döndük ya, bir daha gitmek için! Şimdi döndük ya, nice umut dolu seyahatleri gerçeğe ulaştırmak için. O güzel yüzlü, güzel gülüşlü insanları bir daha görebilmek için döndük. Gördüklerimizi, bildiklerimizi, duyduklarımızı size de anlatalım diye döndük. Selam onların ve hepimizin üzerine olsun diye, GÖNÜLLER BİR OLSUN diyerek döndük.

     Selamların en güzeli üzerinize olsun.

     Fatma Sema Yücel 

    30.7.2012

     

     

     

  • Su,,, Su… Su… Bir damla su… / Feyza Nur CAN

    Su,,, Su… Su…

    Bir damla su…

    Kardeşlerimiz ölüyor susuzluktan… 

    Bebekler ölüyor susuzluktan…

    Suuu… Suuu… Suuu… diye başlamış rüyam. Suya kavuştu kardeşlerimiz, herkez su içiyor… kuyunun etrafı insanlarla dolu.

    Bebekler su içiyor… Dua ediyorlar…

    Kardeşlerimiz suya kavuştu diyede bitmiş.

    Uyandığımda kan ter içindeydim, annem babam baş ucumda bab şaşkın şaşkın bakıyorlardı, bir yandan beni sallıyorlar, bir yardanda rolmü yapıyorsun diye soruyorlardı. Biraz kendime gelince onlara suları olmayan insanlar için çok üzüldüğümü yatmadan önce Allah’ a ( C.C. ) onlar için dua edip yattığımı söyledim.ağlayarak uyuya kalmıştım, rüyamda Nijer’ deydim, oradaki insanları görünce içim parçalanıyordu, durmadan ağlıyordum, onlara dinimizi öğretip, Allah’ a su vermesi için dua etmelerini söylüyordum. Hepsi etrafıma toplanım bana “ Allah senden razı olsun bize kuyu yaptırdın “ dediler. Bende bunu benim yapmadığımı Allah’ ın bana yaptırdığını söyledim, sonra üstünde adamın yazılı olduğu bir kuyu gördüm. Ayakta güçlükle duran insanlar birden canlanıp kuyunun etrafında neşe içinde su içmeye başladılar, ağlayarak uyanmıştım. Su hiçbir şeye benzemezdi, su hayat demektir.

    Susuz bir yaşantı asla düşünülemezdi, bir-iki saatlik bir su kesintisinde bile hayatımız felç oluyor. Ya çeşmelerinden hiç su akmayanlar, ne yaparlardı? Peki hiç çeşmesi olmayanlar? Bir bardak su için kilometrelerce çölü kat etmek zorunda kalanlar hem de bir bardak çamurlu su için. Bizim, değil içmek, çiçeklerimize bile dökmek istemeyeceğimiz bir su için.

     Annem bize hep “ aman çocuklar özellikle suyu kullanırken asla israf etmeyin, çeşmeleri gereğinden fazla açmayın, çünkü bir damla su için ölen mini minnacık bebekler var.” diyordu. Kendiside yıkadığı meyve ve sebze sularını bir kovada biriktirip çiçeklerimizi suluyor, balkonlarımızı bu su ile temizliyordu.

       Ailecek şöyle bir karar aldık; elimizde avucumuzda ne var ne yoksa Dost Eli derneğinin Nijer’ e kuyu kampanyasına verecektik. Nijer’ de bir kuyu demek binlerce can demekti. Babamın biraz parası vardı onu verdi, geçen senenin zekat parasını da koydu, daha çok para lazımdı, gelecek senenin hatta bir sonraki senenin zekat parasını da koydu. Sıra anneme geldi, oda küçük kardeşimin doğumu için gelen bütün çiçekleri, biraz parası varmış onları da verdi. Ama daha çok para lazımdı. Sıra iki küçük kardeşimle bendeydi, bizde iki bayramda bize verilen harçlıkları ve karne hediyelerimizi biriktirmiştik, yaza üç tane bisiklet alacaktık, benim bisikletimin rengi pembe, ortanca kardeşimin bisikletinin rengi mavi olacaktı, küçük kardeşim daha renkleri bilmiyordu onunkini de biz seçecektik. Bir yanda üç tane yepyeni bisiklet, bir yanda su bekleyen insanlar. Tercihimizi yapmalıydık.

      Hiç tereddüt bile etmedik tabiî ki paramızı su için verecektik, biz bir-iki yaz tatilini kuzenlerimizin eski bisikletleriyle geçirsekte olurdu. Babam bir güzel tamir ettirirdi, varsın benim bisikletimin rengi pembe yerine yeşil, kardeşiminde mavi yerine kırmızı olsun. Ne çıkardıki ?

        Bu kampanyayı işimize dostumuza duyurduk onların katkılarıyla da epeyce  bir paramız olmuştu. Yardımları teslim edeceğimiz gün içimiz kıpır kıpırdı, hepimiz hazırlandık ve Dost Eli derneğinin yolunu tuttuk, annem çok üzgündü çünkü o bir kuyu parasının tamamını verebilmeyi istiyordu, biz sadece üçte bir olan miktarı toplayabilmiştik, neyse ki Dost Eli derneği bizim yüzümüzü güldürdü başka derneklerle iş birliği yaptıklarını ve Nijer’ de “ 10 “ kuyu açtıklarını ve “ 10 “ kuyu daha açacaklarını söylediler. Elhamdülillah çok sevindik, aileme rağmen kuyunun birine benim ismimi yazdırabilirlermi diye rica ettim. Rüyamın gerçekleşmesi içinde Allah’ a dua ettim.

      Bir gün Dost Eli derneğinden evimizi aramışlar ve benimle görüşmek istediklerini söylemişler. Babam beni götürdüğünde ne kadar mutlu olabileceğimi asla tahmin bile edemezdim. Mevlüt YILDIRIM amcayla tanıştık, bize oradan açılan kuyulardan birine benim adımı verdiklerini söyledi, görüntülerini izlettirdi, dünyanın en mutlu çocuğu olduğumu hissettim. Teşekkürler Dost Eli derneği, rüyamı gerçekleştirdiniz, Allah sizden ve size yardım eden herkezden razı olsun.

     

    İYİKİ VARSINIZ.

     Feyza Nur CAN 

    25.07.2007

     

     

     

     

     

  • NİJER ‘DE HİSSETTİKLERİM… / Diş Hekimi Hayrunnisa AVCI

    NİJER ‘DE HİSSETTİKLERİM…

    Hac yolculuğu gibiydi benim için…Acaba nasîb olacak mı diye heyecan yaşadığım; gidilebilmesi lutf-u ilâhî olan; yolculuğu meşakkatli; çalışması çok yoğun ve yorucu, bir o kadar da huzur veren; dönüşü hüzünlü; yüreğimi orada bıraktığım ve bir daha bir daha gitme arzusu ile yandığım; beni başka âlemlere götürüp hayatı ve dünyayı yeniden sorgulamama neden olan…

    Tekerlekli sandalyede gelen  70 yaşlarındaki özürlü  amca ile göz göze geldiğimiz  o an, sanki zaman durdu ve ben onun gözlerine bakabilme cesaretini, ancak hepimiz adına istiğfar getirdikten sonra  bulabildim... O ise, hayâ  duymama neden olacak kadar minnet ve şükran duygularıyla bakıyordu. Gözlerinin derinliklerinde acziyet, fakr ve teşekkürü gördüğüm bu bîçare, şüphesiz dünyaya uzak Allah’ a yakındı…

    İltihaplı  olduğu için dişini çekemeyeceğimi öğrendiğinde gözyaşı döken genç  bayan, arkasını  dönmüş doktorunun da onunla beraber gözyaşı döktüğünden habersizdi. O ve ben biliyorduk ki, bir daha 6 ay sonra dişini çektirebilecekti, Gönüllüler’in bir sonraki seyahatinde…

    Son akşam hastaneden ayrılırken , “onları kime bırakıp da gidiyoruz” diye hüzünlendiğimde , “bizlerin de Rabbi olan ve merhameti sonsuz, hazineleri sınırsız olan Allah’a bırakıyoruz” diye düşünerek ancak teselli olabildim.Ve onlara üzülmekle beraber, esas acınması gerekenin bizler olduğunu bir kez daha hissettim. Zîra hiçbir amelimiz, onlar bu çağda ve bu dünyada bizimle beraber “bu şartlarda” yaşıyorken -Allah’ın merhameti ve inayeti olmadan -  hesap  verebilmemize yetmez…

    Meslek hayatımın ve yaşamımın şüphesiz en anlamlı günlerindendi… 

    Bizleri, Nijer’li kardeşlerimize giderken, yardımlarını yürekleriyle beraber, gözyaşları eşliğinde uğurlayan kıymetli dostlarımıza selam olsun.

    Bu kutlu yolculuğun kutlu yoldaşlarını tanımaktan çok mutluyum ve vesile olanlardan Allah razı olsun. Yeni seyahatlerde ve hepsinde bulunabilmek duasıyla…

    Diş Hekimi

    Hayrunnisa Avcı

    23.05.2012

  • SU DİYE BİR NİMET VARMIŞ… / Halil HASKARACA

    SU DİYE BİR NİMET VARMIŞ…

     İki balığın arasında geçen bu diyaloğu bilmeyen yoktur sanırım. Balığın biri diğerine sormuş; “Su diye bir nimet varmış. Acaba nasıl bir şey?” diye…

     Nijer’e gitmeden önce bu minik anekdotun benim için çok fazla bir anlamı yoktu aslında. Zira hep şükreden biri olduğumu zannederdim. Ama Nijer’ deki manzara  –ki daha önce dinlemiş olmama rağmen- tahayyül sınırlarımın  çok ötesindeydi. Nijer’de fark ettim ki ben, o kadar yoksulluğu yaşamak, yaşayan birilerini görmek şöyle dursun, hayal bile edemeyecek derecede nimetlerle donatılmış bir hayat yaşıyorum. Şunu belirtmek isterim ki ben, pek çoğunuzun, Türkiye’ de  “ortalama” olarak niteleyeceği şartlarda yaşayan bir insanım. Ancak oradaki genel durumu görünce şunu çok rahat söyleyebilirim ki; biz millet olarak da fert olarak da çok az şükrediyoruz. Çok fazla soyut şey yazabilirim aslında ama biraz dikkat çekmek ve gerçekçiliği korumak açısından buyurun Nijer’de sıradan olarak karşılaşabileceğiniz bazı manzaraları size arzedeyim:

     Nijer’de Su

    Nijer’de bir bidon su alabilmek için kilometrelerce yürüyen insanlar görmek çok da sıra dışı bir hadise sayılamaz. En yakın kuyusu olan köy neredeyse insanlar gündelik bir iş olarak gidip sularını bidonlarla alıp evlerine taşırlar. Şimdi bazılarınızın “Bunda ne var ki? Türkiye’de de suyu olmayan bir çok köy var” dediğini duyar gibi oluyorum. Ama Türkiye’de suyu olmayan “şehir” de var diyemezsiniz herhalde. Oysa Nijer’de şehirlerde bile bir eve su bağlatmak pek çok aile için büyük bir lüks sayılır. Çünkü su çok pahalı. Hatta ziyaret ettiğimiz bir okulda bahçede tek bir çeşme vardı ve okul müdürü bize o çeşmenin bu okulu diğer okullardan ayrıcalıklı yapacak bir şey olduğunu söylemişti. Yani Nijer’de su büyük bir problem. Zaten gönüllülerin de üzerinde önem ve hassasiyetle durdukları konuların başında geliyor.

     Nijer’de Sağlık

    Bizzat benim Nijer’de görevli bir doktorun ağzından dinlediğim verileri söyleyeyim sizlere. Bir doktor ve bir anestezi teknisyeni tam tamına 370.000 nüfuslu bir şehirde görev yapıyor. Yani 370.000 insanın sağlık problemleri ile tek bir doktor ilgileniyor. Türkiye’deki rakamsal verileri tam olarak bilmiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim ki; eğer ülkemizde bu oran yarı yarıya bile olsaydı çoğumuz ya kataraktla, ya fıtıkla, ya hidroselle, ya da sızım sızım sızlayan çürük bir dişle aylarca ve belki de yıllarca yaşamaya alışacaktık. Zira Nijer’deki durum tam olarak bu. Dişlerini çektirecek imkana sahip olmayan insanların sağlık konusunda ne durumda olduklarını hayal edebilirsiniz sanırım. Ama hayır. Kesinlikle edemezsiniz… Çünkü doktorlarımızı nasıl sabır ve tevekkülle saatlerce hatta günlerce beklediklerini(zira bazıları evlerine gitmeden hastanede yatıp kalktılar), ameliyat ve diğer operasyonlar esnasında kendilerini doktorlarımıza nasıl  teslim ettiklerini,  ameliyat sonrası doktorlarımız hastaları gezerken nasıl minnet dolu gözlerle baktıklarını, geç kaldığı veya elimizdeki imkanlarla netice alamayacağımız için müdahale edemediğimiz hastaların nasıl ısrar ettiklerini siz görmediniz çünkü. İşte o sahneler gözümün önünden hiç gitmiyor. Şükrü eda edilemeyecek kadar çok nimete sahip olduğumu artık daha iyi biliyorum. Hastalandığımda tedavi olabileceğim hastalar ve beni tedavi edebilecek doktorlar var etrafımda. Pek çok Nijer’ li için bunun anlamı çok büyük. Ama biz hala kendi sağlık sistemimizin aksaklıklarından dem vurmaya devam ederiz. Bir sağlık sistemine sahip olmanın bile öneminin farkında olmadan…

     Sık sık çocuklara ve yetişkinlere hayallerini sorduk Nijer’de. Amacımız neler hayal edebildiklerini öğrenmekti. Çocuklar okulları için defter kitap, yetişkinler de daha çok yiyecek ve giyecekten başka bir şey istemediler. Çünkü bunların ötesinde bir insanın bir şeye ihtiyacı olabileceğini düşünmüyorlar bile. Yani bir arabaya sahip olmak istemiyorlar. Bir evleri olsun istemiyorlar. Marka giyinmek istemiyorlar. Hayal edebildikleri şeyler sadece temel ihtiyaçları. Başka bir şey değil. Yani sözün tam anlamıyla bu insanlar bizim yaşadığımız hayatı “rüyalarında bile görmüyorlar.” Buna emin olabilirsiniz.

     Bizim nazarımızda hiçbir şeye sahip olmamalarına rağmen bu insanlar çok mutlular. Yüzlerinde gülümseme, dudaklarından teşekkür sözcükleri hiç eksik olmuyor. Galiba bunlar da bizim sahip olamadıklarımız bir ölçüde.

     Fransa’nın Sömürgesi Olmak

    Belki de Nijer’in üstündeki en büyük talihsizlik bu. Gittiği yerlere medeniyeti götürdüğünü iddia eden sömürgeci devletlerin, bir ülkeyi ve halkını ne hale getirdiğini görmek gerçekten insana çok önemli bir hayat deneyimi kazandırıyor. Nijer bağımsız bir ülke olmasına rağmen hala okullarda Fransızca eğitim zorunlu. İşin üzücü tarafı ise yerlilerin konuştuğu dil olan Hafsaca adlı dili öğreten bir kurum yok Nijer’de yani dillerini unutmaya mahkum edilmişler bir anlamda. İşin en kötü tarafı ise bunun farkında olacak kadar bile düşünme ve bilgi üretme gücüne sahip değiller. Kasten cahil bırakılmışlar sanki!

     Sözü fazla uzattım ama anlatmak istediklerimin çoğunu kelimelere dökmekte zorlanıyorum. Bahsedemediğim bir çok konu ve ibret dolu olay var illaki ama umuyorum ki diğer gönüllülerimiz eksikleri tamamlayacaklardır…

     Kısacası Nijer’de dünya görüşümün değiştiğini söyleyebilirim. Sahip olduklarımın fazla olduğunu fark etmemi değil, sahip olduklarımı fark etmemi sağladı Nijer seyahati.

     İki balığın arasında geçen bu diyaloğu bilmeyen yoktur sanırım. Balığın biri diğerine sormuş; “Su diye bir nimet varmış. Acaba nasıl bir şey?” diye…

     Selam ve Muhabbetle…

     M.Halil HASKARACA

    06.08.2008

  • Resimleri izlerken / Sedef DEMİRYÜREK

    resimleri izlerken gözyaşlarımı tutamadım şu iftar saatinde. aranızda olmayı yürekten istiyorum.

    okul oldugu için aralık ayında kabul görsem bile gelemeyebilirim.ama lütfen yaz seferlerinizde beni unutmayın.yardım edecek kişi ararsanız başka gönüllü de bulabilrim.hatta ailemden.kardeşim annem vs.. sitenizi düzenleyecek bir gönüllü bulmaya çalışacagım.

    umarım bana da nasib olur sizinle birlikte gitmek..çok teşekkür ederim..oturup düşünmenin yetmedigini, ayaga kalkıp koşturmanın gitmenin gerekrse sahip olduklarından vazgeçmenin gerektigini anlayanlardan kıldıgı için rabbime sonsuz hamdler olsun..

    canı gönülden teşekkürler..görüşmek üzere.. en EMİN olana emanet ediyorum siz gönüllüleri..hayırlı iftarlar

     Sedef Demiryürek

    15.7.2009

  • NİJER VE ŞÜKÜR / Rabia SÜNNETÇİ

     

    NİJER VE ŞÜKÜR

    Öncelikle teşerrüf eden Ramazan-ı Şerif’in tüm İslam alemi ve insanlık için hayırlara vesile olamasını diler; oruç tutmanın sadece açlık ve susuzluktan ibaret kalıp yemek ve gırtlak merkezli düşünce ve hareket silsilesinden ziyade, sağlam bir dini hayat istikametinin kurulabilmesi için sabır ve irade terbiyesini nefsimize kazandıran, İslam disiplinini ruhumuza nakşeden bir ay olmasını temenni ederim.  

    Alperen Ocakları İstanbul Hanımlar Komisyonu'nu temsil ettiğim Nijer’de nimet ile şükür arasındaki ters orantıyı fark etmenin yürek acısıyla yazıyorum bu satırları ve oruç haliyle Nijer’i anlamanın bizler için biraz daha kolay olacağını düşündüğüm için sizlerin de bir nebze olsun farkındalığınızın artması temennisiyle sizlerle paylaşıyorum.

     Nijer bir Afrika ülkesi olmasının haricinde pek bilinmeyen, genellikle Nijerya ile karıştırılan, halkının %98 i  Müslüman, açlık sınırının da altında bir Afrika ülkesi. Topraklarının %88 i çöl ve tarım ve yaşam için uygun arazi oranı % 2. BM raporlarına göre  en fakir Dünya ülkesi. Denize sınırı yok ve tarımı yapılan gıda maddesi  “milet”. Okur yazar oranı %13. Kadın başına düşen çocuk sayısı 8 ve kız çocuklarının evlenme yaşı 12-13. Yaş ortalaması 45 ve anne-çocuk ölümleri çok yaygın. Resmi dilleri Fransızca ve bunda Fransa sömürgesi olmalarının etkisi tartışılmaz. 1960 yılında BM’in kararıyla Fransa sömürgesi olmaktan kurtulmuşlar ama bu seferde eğitimsiz olmaları sebebiyle yönetimde kendilerini ehil göremediklerinden ülke yönetimimi ele alması için tekrar Fransa’ya başvurmuşlar. Nijer’de maden kaynakları mevcut ve petrol ve uranyum açısından zengin bir ülke fakat çıkarılıp işletilmiyor.  Değil geniş  kapsamda hayvancılık; su imkanlarının kısıtlı olması sebebiyle keçi bile zor yetişiyor bu topraklarda ve bir keçi bir aile için hayati önem taşıyor.

     

    Ülkenin çok fakir, nüfusunun yoğun ve halkının salgın hastalıklarla muzdarip olması misyonerlerin iştahını kabartıyor. Öyle ki Nijer’e gidişte bizlerle aynı uçakta olan 18- 25 yaş aralığındaki Teksas’lı gençler gönüllü İngilizce öğretimi için Nijer’e gidiyordu ve bizim sağlık hizmeti verdiğimiz binanın karşısında misyoner kuruluşu mevcuttu! Misyoner kuruluşlar burada dinlerini değiştirmeleri için fakirlik, hastalık ve cahilliği kullanıyor ve düzenli aralıklarla faaliyetlerde bulunuyor; fakat  tüm bunlara rağmen halk dinini değiştirmemiş ve İslam’dan dönmemiş. Dini bilgileri az ama bildikleriyle amel ediyorlar ve ibadetlerinden taviz vermiyorlar. Hayati öneme sahip su bile burada namaza engel değil ve vakit girmeden abdest alma niyeti ile telaşlı halleri, abdest alırken sünnet i seniyyeyi uygulayarak abdest almalaları onların imanlarından lezzet almalarını nasip ediyor. Fakir duruma rağmen suç oranı yok denecek kadar az ve Afrika’nın en güvenilir ülkesi sayılan Nijer’in hapishaneleri boş!

     

    "Şikayet ile sahip olmak mı, şükür ile mutlu olmak mı" sorgulamasını vicdanlara yaptıran; içinde yaşadıkları yoksulluk için şekvadan ziyade, sahibi oldukları üç beş parça eşya, içebildikleri bir yudum bulanık su, yiyebildikleri tek öğün milet için şükrü bilmeleri.... Yoksulluklarına rağmen hayata daha mutlu yaklaşmaları ve yoksulluklarının farkında olamayacak, başka bir dünyayı düşünemeyecek kadar fakirler olamalarına rağmen gündelik hayatın sıkıntılarından, modern yaşamın dayattığı stres faktörlerinden uzak olmaları....Nefsini tatmin etmeye çalışırken gittikçe bencillik batağına saplanan şımarık zenginlerden o kadar uzak bir dünyaya aitler ki; Peygamberimiz (s.a.v)'in bahsettiği “ahir zamanda her şeye malik ama mutluluğa muhtaç” İslam ümmetinden ayrılık ve farklarını ispat etmek istermiş gibi fakirliklerine nispet yaparcasına yürekleriyle gülümsüyorlar ve size bakan bir çift gözden yüreğinin en ince tellerine kadar görebiliyorsunuz. Asla vazgeçemeyeceğinizi düşündüğünüz hayat öğelerinin önemini sorguluyor, çoğu şeyin önceliğini değiştiriyor, hayatta vazgeçilmez olanın sorgulamasını yapıyorsunuz....

    Suyun hayatla eş anlamlı olduğunu anlamak, istediği an ve saatte suya ulaşabilen  ve hatta israf etmekte dahi bir beis görmeyen bizler için biraz zor belki, ama evinin günlük su ihtiyacını karşılamak için her gün 15-20 km yol yürüyüp  başının üstünde taşıyabildiği kadar  suyu ( ki bu suyu hayvanlar da kullandığı için  salgın hastalıkların temel sebeplerinden biri ve yurdumuz şartlarında değil içme suyu, kullanmalık olarak bile çoğu kişinin tercih etmeyeceği türden) evine getiren birisini gördüğünüzde suyun hayatla ilişiğini anlamakla kalmıyor iliklerinize  kadar ürperiyorsunuz.

    Siyah tenleri kadar benimsedikleri yoksulllukları, tüm zor şartlara rağmen direnç ve tevekkülleri daha ilk anda sarsıyor sizi. Çocukların siyah tenleri, kıvırcık saçları, size saffet ve biraz da korkuyla bakan gözleri yüreğinizde  yeni duygulara yer veriyor.. Farklı renkte, farklı dilde, farklı coğrafyada olmanın getirdiği ayrılığı  aynı dine inanmanın, aynı peygamberi kendine önder seçmenin  "kardeş sevgisi"yle eritip yok ediyorsunuz...Onların size merakla bakan gözleri sizin onlara şefkatle uzanan ellerinizle buluşuyor... İşte "insan" olmanın insan "asalet"ini yakaladığı nokta bu diye düşünüyorsunuz...Yüce Yaratıcı’nın farklı renkte farklı güzellikleri nasılda mükemmel yarattığını görüp “Ya Cemil!”   çekiyorsunuz bir gözleri ceylan genç kız gördüğünüzde ya da yüzündeki güzellik bir çöl lalesineden müsemma çocuğun size gülümsemesini hissettiğinizde....

    Bir insanın başka bir insana yapabileceği "iyilik" ne olabilir ki..Bir hediyenin en fazla ne kadar "değer"i olabilir ya da neye miyar tutulabilir..."Hediye" ne kadar önem taşıyabilir, ya da ne gibi bir şey onun hayatında yeni bir safha açıp her zaman için - bir daha göremeyecek, haber alamayacak da olsanız-  yürekten anılacak ve dua edilecek bir kişi payesine yükseltebilir....Doğuştan katarakt birinin gözlerini açmak? Başka doktor ve muayene şansı olmayacağını bildiğiniz birine cerrahi yardımda bulunmak ve yaşam süresinin uzamasına vesile olmak? Yüzünde patates büyüklüğünde kocaman ve çirkin bir ur taşıyan cocuğun derdine derman olup aynayla barıştırmak?Artık kendisinden bir parçaymışçasına tüm sıkıntılarıyla benimsediği fıtıktan kurtarmak? Her gün kilometrelerce yol yürüyüp getirebildiği bulanık ve hastalıklı suyu içen bir köy halkına toprağın  bağrından çıkan temiz ve berrak suyu hediye etmek? Tek besinleri olan arpadan daha küçük milet gıdasını öğüterek suyla, sanslılarsa süt yahut yağla yiyen ailelere 3’er keçi yardımı yaparak geçimlerine katkıda bulunmak?..

     

    Bu Nijer’e 7. kafileydi ve bu yolculukta toplam 1539, tüm çalışmalar toplamında ise 9928 hastaya yardım edilerek şifa eli uzatıldı. 22 su kuyusu açıldı. 12046 kişiye yerel yiyecek milet yardımı yapılarak açlıktan kurtarıldı. 5535 aileye keçi yardımı yapıldı ve kendi iaşelerini temin imkanı sağlandı. 340 bin hastaya bir doktorun düştüğü ülkede  muayene, doktor, ameliyat, ilaç imkanı ve ihtimali olayan, onlarca kilometre yol yürüyerek evine su getirebilen, geçim kaynağı olmayan insanlar için  elbette bu hayat kadar önem taşıyor.. Fakat ben, bilhassa nimeti fark ettirip şükrümü artırması, beni ehilleştirmesi, insana dair olan her şeyi muhabbet ve hoşgörü ile bağrıma basmayı öğrettiği için Nijer’e teşekkür ediyorum..

    Rabia SÜNNETÇİ 

    27 AĞUSTOS 2009

     

  • Güzel insanlar / Hemşire Ayla ÖZDEMİR

    Allahın selamı üstüne olsun yüzüne Afrika sinmiş güzel insan.

    Adı duyulmamış mekanlarda yıldız gibi parlayışınız uhrevi hayatınıza fener olsun inş.

    Askerlik gibi biter sanmıştım.Memleketime döndüğümde fotoğraflara iç çekerek bakar,anılar tebessümle bir şerit gibi geçer gözümün önünden  Sanmıştım.Geçmedi,geçmiyor.Ruhuma işleyen masum gülüşü mıh gibi saplanıyor yüreğime.Gözlerimin önünde bir dağ gibi duruyor çaresizliği Afrikanın.Yokun dahi anlamsızlaştığı memleketten dönünce kendi dünyama,var olan herşey anlamını yitirmişti Afrikalının yokluğunda.Sözler biter gözler konuşur,gözlerin feri söner yürek konuşur Afrikada.
       Bu sizin 7. benim ise ilk seyahatim Nijere.Nijeri gördükten sonra Sudana sosyete der oldum ne tuhaf..Bir iki mevzu var sizinle paylaşmak istediğim.Güzel olduğu kadar umarım verimli de geçen bir 10 gün geçirdik kara kıtada.Attığınız her adımın bir sebebi,konuştuğunuz her kelamın mutlaka bir anlamı vardı.

    Ama bu mümkün değil tabii.Memlekete dönünce farkına vardık yorgunlugumuzun.Emeği geçenlerden allah razı olsun.Eşe dosta arkadaşa gösterip oranın mağduriyetini anlatabilmemiz için güzel bir kaynak olacak inş.    8.Nijer yardım prrojesinde güzel insanlar buluşmak dileğiyle...(böcek fobime rağmen ve inatla)

    Ayla Özdemir

    30.7.2009

     

  • Selamların en güzeli sizin de üzerinize / Hemşire Ayten Değirmenci

    Selam

    Daha önce Sudan'da gördüğüm tablodan çok daha farklı(Hartumda hastaları sadece ameliyathanede gördüm.Yaşadıkları ortamı görme imkanım olmamıştı ve ben kırsala giderek Afrika insanını yaşadıkları ortamda görmeyi yardımcı olmayı çok istiyordum.)Oinsanları gördükten sonra hayatımızda sorgulayacağımız ne kadar çok şey olduğunu anladım.İsraf,tatminsizlik ,doyumsuzluk hayatımızın bir parçası olmuş asalak gibi kanımızı emip duruyorlar.

    RABBİM bizi İnşallah affeder.Ben RABBİM nasibettiği müddetçe bütün projelerinizde bulunmak istiyorum.Asıl teşşkkür size.Bize bu imkanı sağladığınız için.Görünüşte biz onlar için birşey yapıyor gibi olsakta asıl kendimiz için yapıyoruz.Tekrar gitme ümidi rahatlatıyor inanın beni.Hiç kolay değil bu projeleri ayarlamak ,insanların maddi manevi sorumluluğunu almak,hizmeti en iyi şekilde ulaştırmak.

    Bunu hakkıyla yerine getirdiniz.ALLAH sizden razı olsun.Çalışmalarınızda RABBİM yardımcınız olsun.

    ALLAH'a emanet olun...

    Ayten Değirmenci 

    23.7.2009

  • Benim Nijerim / Nur Betül AKIN

    BENİM NİJER’İM

      Nijer’e gideceğimi duyan pek çok kişi, “zor olabilir tabi, Nijer’e gitmek bu, Avrupa’da bir ülkeye seyahat etmeye benzemez” demişti seyahatimiz öncesinde. Bilmiyorum dedim, muhakkak zorlukları vardır, Allah kolay etsin. Döndüğümde zor olanın ne olduğunu anlamıştım, bu hakikaten her seyahatten başka bir seyahatmiş, gitmesi ve kalması kolay, dönmesi ve anlatması ise bir hayli zor olan…

      Anlatması zor, çok zor evet, tıkanan cümleler, yaşadıklarımı ve hislerimi anlatmanın o kadar uzağındaki, kendimden şüpheye düşüyorum. Felsefe okuyorum, kelam benim oyuncağım olmalı değil miydi, yokluyorum kendimi yok bu defa değil, olduramıyorum.

       Her zamanki gibi yolculuğun aslında içimize doğru çıktığımız bir yürüyüş olduğunu düşünüyordum havaalanına doğru giderken. Otobüs, uçak, tren fark etmez, hangisinin koltuğuna oturup baş başa kalmışsam kendimle artık, başlar en mahrem anlarım. Öylece seyre dalarım derinleri, bu seyahatte de öyle oldu olmasına ya bu denli derinlere gitmeyi hiç ummuyordum. Yolculuk kısa, yapacak iş çoktu, ne ara içe bakacaktım, hem baksam da oralarda onca yoksulluğun ve yoksunluğun içinde kararan bulanan sularımda belki görecek bir şey de olmayacaktı.

       İnsanoğlu cahildir…

      Peşinen söyleyeyim, Ankara’da pür telaş başlayan bu yolculuk hayatımın en güzel seyahati oldu. Ekibi görünce ne çok heyecanlandım. Aklımda içimi kemiren sorular, görevimi hakkıyla yerine getirememe kaygısı, çapraşık karmaşık duygulanımlarla başladı yolculuk. Daha evvel söyledim değil mi ben felsefe okuyorum, tıptan hiç anlamam, bildiğin ilaç adlarını say deseniz iki üç adı ancak sayarım, hastanelerden nefret ederim, kocakarı ilaçlarıyla tedavi ettiğim kış hastalıklarım dışında da pek hasta olmam. İş bu yüzden koca koca doktor ağabeyleri görünce ne yalan söyleyeyim biraz ürktüm. Nijer’e, orada yaptığımız işe bu denli kolay adapte olacağımı bilsem hiç tasalanmazdım. Hayır için çıkılan yolculukta zorluk olur mu, olmadı elhamdülillah. Ben de işimi elimden geldiğince yaptım. “Ne iş olsa yaparım abi” demiştim gitmeden, en mühim işim olan hastaların Hawsaca (Nijer’de ve Afrika’nın pek çok ülkesinde en çok konuşulan yerel dil) başlattıkları maruzat anlatma işinin üçüncü halkası olma işini çabuk kavradım. Biraz daha açayım, yerel dilde hastanın anlattığını Fransızca olarak bana aktaran Nijerli arkadaşın sözlerini Türkçeye çevirme işi, bir nevi kulaktan kulağa oynamak, başta söyleneni en sona eksiksiz iletmekse oyunun en mühim kuralı.

     Bu iş sayesinde tanıdım içimi yakan gözleri. Katarakt ameliyatı yapılacaktı, gözler hasarlıydı, ama bakışlar ne temiz ne güzeldi bir bilseniz. Sevginin hiçbir dilde karşılığı yok eyvallah lakin iki çift gözün kendi lisanınca en kolay anlattığı da sevgiymiş. Nijer’de kısıtlı zamanda mümkün olduğunca fazla insana ulaşabilmek arzusuyla sabah erken saatlerde gittiğimiz ve geç vakit döndüğümüz hastanede bunalmayışımızın sebebiydi bu gözler. Havanın sıcaklığını unutturan bu sıcacık gözlerin her daim gülüyordu içleri, onca yokluğa karşın tebessüm eden bakışlar bizi utandırdı, başlarımızı öne eğdik çoğu zaman. Haddi aşan memnuniyetsizliğimiz aklımıza geldi, içimize bir kor düştü. Oysa ne çok şeye sahipmişiz denir değil mi bunun üzerine, yok ben ne az şeyimiz varmış dedim orada, şükür olmadığı müddetçe insanın elinde hiçbir şeyin olmadığını ve şükredenin elindeki azıcık şeyin bile aslında çok olduğunu Nijer’de gördüm. Biz dünya malına malik değildik çünkü o bize malikti, tüketme şehvetimiz bizde kim bilir neleri tüketmişti ki gözlerimiz o kara gözler gibi güzel bakmayı unutmuştu.

      Gündüze güneş ve kum, geceye yıldızlı gök ve canlanan börtü böcek hâkimdi Nijer’de, nereye baksam sanki yer gök dile geliyordu. Tabiat konuşuyor her daim de biz şehirliler kulağımızı tıkayan medeniyet çamurundan mıdır nedir duyamıyoruz o sesleri. Oysa o yabanda ne hikâyeler fısıldanıyordur kulaklara, içler nasıl yunup yıkanıyordur, bize bilmek nasip olur mu acep? Dönüş yolunda Fas uçağında halleştiğimiz Mehdi Saqalli da doğruladı bu hissiyatımı Nijer tecrübelerini heyecanla anlatırken. Babası faslı, annesi Fransız olan bu genç akademisyen de Nijer’den hayranlıkla bahsediyor. Yıllardır Nijer üzerine çalışan bir insan olarak, Afrika’ya en iyi ihtimalle acıyarak bakan bakışlarımızın ne çok şeyi göremediğinin farkında. Silme yıldızlı bir Nijer gecesini çölün orta yerindeki Nijerli bir çobanla astronomi konuşarak geçirmiş. Çoban, takımyıldızlarının adını sayarken nereden çıktığını hiç anlamadığı kitaplar göstermiş ona. Daha neler öğreneceğiz kim bilir bu topraklardan, ne hazineler, ne manzaralar şaşırtacak biz medenileri (!) dercesine gülümseyip vedalaşıyoruz.

      Çocukları anlatmadan Nijer izlenimlerine son vermek olmaz, çok şey anlatılmadan kalmış olur. Aslında çocuk her yerde çocuk, nereye gidersen git tüm bebekler güzel kokuyor, anaları babaları ilgilenmese de, kendi kendilerini büyütseler de…

     Nijer’de maalesef poligami çok yaygın, hatta bizim anlamakta zorlanacağımız kadar da içselleştirilmiş, normalleşmiş. Maddi durumu elveren – hatta elvermeyen- her erkeğin birden fazla hanımla evli olduğu toplumda, kadının itibarı çocuk sayısıyla da orantılıymış. Hemen her kadının sırtına bağlanmış kara inci taneleri var, sokaklarda dizi dizi, boy boy çocuklar. Hırpani kıyafetleri, çıplak ayakları, kabak kafaları ile güneş kum demeden sokaklara atmışlar kendilerini. Ellerinde plastik kaplar var pek çoğunun, ya yiyecek satmaya çalışıyor ya da boş tabaklarına konacak iki lokmayı bekliyorlar, inadına mutlu pek çoğu. Hangi çocuk mutsuz biliyor musunuz, elinizdeki balonlara, şekerlere yetişemeyen çocuk mutsuz. Çünkü bu onun belki de yediği ilk şeker, uçurduğu tek balon olacaktı. İşte o vakit acıtıyor bir şeyler içerlerde bir yerleri, kararıyor bakışlar, beğenilmeyen oyuncak arabaların, çöpe atılan bebeklerin korkunç hayali çullanıyor üzerinize. Büyük mağazalarda satılan pahalı oyuncaklardan mutlu olmayan, olamayan, giydirdiğimiz allı morlu giysilerin içinde kimi zaman çatık kaşlı, kimi zaman küstah bakışlarını üzerimize sabitleyen talihsiz yavrularımız ve onların Afrikalı kardeşleri için bir kez daha eğiliyor başlar. Hepsi masum, hepsi ilgiden mahrum bu yavrucaklar elbet hesabı sorulacak bir kabahati hatırlatıyorlar sessizce haykıran gözleriyle. Dedim ya işte çocuk her yerde çocuk.

      Nijer’de beni şaşırtan bir tanışıklık hissi kaplıyor içimi. Benim memleketimden fersah fersah uzak değil sanki bu beldeler. Ülke hatta kıta değiştirmemişim de akrabaları ziyarete gelmişim gibi, hiç yabancılık çekmiyorum. Öyle kolay alışıyorum ki, insanoğlunun geçici meskeni olan dünyamızdaki yer, yurt, memleket, sınır mefhumlarının keskinliği anlamsız geliyor bana. Yollar, yüzler, dostluklar hepsi bildik, hepsi bizden. Öyle ki ayrı olduğumuz her gün aradığım annem, ne yapıyorlar diye kaygılandığım kardeşlerim aklımdan çıkıveriyor. O pimpirikli titiz halimden eser yok, böceklerden korkmazmışım meğer kolilerin üzerinde yemek yiyip, batikonla yıkadığımız bardaklardan içebilirmişim ve işin garibi tüm bunlar gayet sıradan, gündelik olaylara dönüşebilirmiş benim için, Nijer bana yabancı değil, hiç değil.

      Ve İstanbul Mecidiyeköy’de, yürüyemediğimi fark ediyor, şaşalıyorum. Bir sarhoşluk var üzerimde, yer ayağımın altından kayıyor sanki, sanki tüm arabalar üzerime geliyor kimi zaman kırmızı ışıkta kendimi yola attığım yollardan geçemez olmuşum. Burnumun direği sızlıyor, Tessaoua’da ilk günden alışıverdiğimiz asfaltsız yolu özlüyorum, sanki çocukluğumuzun geçtiği köyümüze geldik demiştik, bir çocuk kitabının kahramanları kadar neşeli geçtiğimiz yollarda. Koca koca mağazaların vitrinleri çullanırken üzerime, oysa ne güzeldi o teneke dükkâncıklar diyorum. Ve döndüğümden beri sayıklar gibi parça parça anlattığım her anı Nijer’e dair. Lapa yaptığım pilav, hastane kapısında bekleşen küçük dostlarım, nineler, dedeler, yeni doğan bebeler, Nijer… Yıllarca orada yaşamış gibi özlediğim, memleketim gibi gördüğüm o diyarı unutmak imkânsız, anlatmaksa zor geliyor. İş bu yüzden af diliyorum sizden çünkü çabalasam da istediğim gibi anlatamadım bizim illeri. Bu yüzden derim ki, gidin görün siz de hemşerimiz olun, sevdalanın Afrika’ya!

     Nur Betül AKIN 

    19.08.2008

  • NİJER'İ GÖRMEDEN / Yük.Mimar Arzu GENCE

    NİJER'İ GÖRMEDEN

     

    İbrahim Ceylan'ın Nijer seyahatlerini içeren cd' den ve Şenay Çetin'in Ufkumun

    Ucundaki Nijer kitabıyla ilk kez  Nijer'le tanıştım.

     

    Dünyanın en yoksul müslüman diyarı Nijer'i tanıdıkca hayatım değişti. Evler, eşyalar, arabalar, musluktan akan su, makineler ve daha ne çok imkan içinde ne kadar şükredersek şükredelim, farkında olmaktan uzak rahat içinde yüzdüğümüzü farkettim. Hayatımın nerede ve nasıl olduğunun farkına vardım.Ve insanlara

    sadece ve sadece şükürlerini bilebilmek ve artırabilmek adına oradaki

    yoksulluk ve yoksunluğun ne olduğunu anlatmak ihtiyacı duydum.

     

    Zıttıyla anlaşılır kıldığı bu alemi yaratan Rabbimizin ne çok işareti var.

    Bu kadar imkan, teknoloji içinde mutluluğa, huzura ait halimizi düşündüm.

    Ne kadar mutluyduk? Ne kadar huzurlu? Aldıklarımız ve alacaklarımız bizi esir almıştı. Ne çoktu beraberindeki endişeler, yükler, sorumluluklar.Kavgalar, yarışlar, oyunlar. Çok olmuştu.

    Önce eve alacaklarım bitti. Bu başlangıçtaki hafiflik ansızın ne çok bağdan kurtardı. Artık yüklenme değil, yükleri atma zamanı gibi götüremeyeceğim herşeyi omuzlarımdan attı. Olmasa ne olur? sorusu Olsun ne olur?sorusuna galip geldi.

     

    Hafifleyen hayat sanki verilecek hesabın hafifleyecek müjdesiydi.

    Kendim için fazlaları bırakıp, başkaları için az olanları hazır etme yarışı başladı.

    Bu yarışta sonsuz bir doyum duygusu hakimdi.Dünya için olduğunda doymak bilmez göz anlamını hissederek göz kırpmaya başladı.Varlık nedeni varlığa hizmetle öze yaklaşımdı. Nijer gönüllüsü olmak kendimi anladığım tek ünvan oldu.

     

    Şimdi etrafımdaki olup bitenlere bakarken beni döndüren bu duyguları verebilsem birilerini daha kendini farketmeye çağırabilsem diye sözüm durmaz oldu.

     

    Kurtarılması gereken Nijer iken asıl kurtulması gerekenin bizler olduğu ortaya çıktı. Biz kurtuldukca Nijer de nasibini alacaktır.

    Daha çok gönüllüye yani gönüllere ulaşmak dileğiyle...

     

     

    Arzu Gence 

    İstanbul/22.04.2008

  • NİJER !!! Yaşamın Öteki Yüzü; / Diş.Hek.Şenay ÇETİN

     

     

     

       NİJER !!!  Yaşamın Öteki Yüzü;

     

     

     

    Yeni yılda görmenizi dileyerek, yepyeni bir dünya anlatacağım size. Aslında eski dünya Afrikada, insanların pek çoğunun Nijerya ile karıştırdığı,”Nijer mi? Nijeryamı? Ayrı yerlermi?” diye sordukları, kimileri için  adı bile kayıp yepyeni bir eski ülkeyi sizlere anlatacağım.  Ve sizede 2008 yılının bir kaç gününü bu ülkeyi görmek ve dünyanıza yeni renkler katmak için ayırın diyeceğim. Görmeden bu yılı bitirmeyin…Nedenmi?

     

    Sizlere önce ülke hakkında biraz bilgi vereyim sonra nedenini aslında sizlerde zaten anlayacaksınız. Bende benimkini sizlerle paylaşacağım.

     

    Nijer;  Dünyanın 2. en yoksul ülkesi. Orta Batı Afrikada ve Türkiyenin yüz ölçümünden 1.5 kat daha büyük, ama % 80 i çöl. Kız çocuklarının evlenme yaşı 12-13, bir kadına düşen çocuk sayısı ise 7.6 , yaklaşık olarak 12.5 milyon insan yaşıyor ve bilebildiğimiz, medeniyete ait ne varsa, aklınıza ne geliyorsa işte ondan yoksunlar. Kadınlarda okur- yazar oranı yaklaşık %16-17, ortalama ömür  41 yıl. Pek çok kabile yaşıyor ve kendi dillerini konuşuyorlar. Fakat eski Fransız sömürgesi olduğundan sıklıkla Fransızca konuşuluyor. Ülkenin kuzeyinde simsiyah derili,  kendilerini Türk kabul eden Tuareg ler yaşıyor. Sağlık bakanlığında yüzyüze yaptığım görüşmede uzman doktor sayısının  30 kadar, pratisyen hekimin 100 civarında ve diş hekimi sayısınında bir elin parmakları kadar (yani-4-5) olduğunu öğrendim. Demir yolu  0 (sıfır) km, temiz su borusu ve kanalizasyon hattı uzunluğu ise yine 0 (sıfır) km . Bir  gezi yazısında istatistiki rakamları pek sevmezdim. Ama bir yeri tanımak için bu tür bilgilerin gerekli olduğunu yaşayarak öğrendim.

     

    Başkent Niamey de yalnızca devlet dairelerinin bulunduğu  ana cadde asfaltlanmış, geri tüm yollar kum. Etrafınıza baktığınızda 3-5 katlı tek tük birkaç bina gördüğünüzde onların devlet daireleri olduğunu hemen anlıyorsunuz. Diğer tüm evler o bölgeye has, her yeri kaplayan kum renginde, tek katlı çamur sıvalı. Şehirde başka bir rengi göremiyorsunuz. Ülkeyi doğu -batı istikametinde geçen, bir gidiş ve bir gelişten ibaret sadece tek bir asfalt yolları var ve buna otoban diyorlar. Yol kenarına variller koyup onlara bağladıkları sicim iplerlede gişe (!)ler koymuşlar belli aralıklarla.

     

    Yoksulluğun tarifi yok bu ülkede. Şu an elinizin erişebileceği ne varsa bir düşünün . Göz gezdirin bulunduğunuz mekanda..Gözünüzün değdiği, elinizin erdiği ne varsa, işte yıl 2008 ve bu insanlar tanımıyorlar bu nesneleri ve bilmiyorlar bile…Halkın çok büyük bir kısmı temiz içme suyu bile elde edemiyor. İnanın musluğu bilmiyorlar, klozet, lavabo, çoğu yerde hala elektrikte yok. Pek çok insanın kimlik belgeleride yok. Onlar bu dünya nüfusu içinde bile yer almıyorlar. Doğduklarında yüzlerine atılan derin çentikler, yada cilt altına yapılan kalıcı dövmelerle kabilelerine aidiyet belgesini taşıyorlar nüfüs cüzdanı yerine.Pek çok farklı işaretle yüzlerine hayat boyu taşınacak kimlik işaretleri kazınıyor, daha nefes aldıkları ilk günlerde. Hala insanların alınıp satıldığı, köleliğin devam ettiği bölgeler varmış. Ve bu işaretler kabilelerine ait olduğuklarını, köle olmadıklarının işaretiymiş aslında. Köle olmamalarınıda sağlıyormuş böylece. Özgürlüğün bedeli ömür boyu kabilenin amblemini kalıcı olarak yüzünde taşımak oralarda. Ama modern dünyayla temas eden insanların artık bu işaretleri çocuklarına koymadıklarını söyledi kaldığımız lojmanın görevlisi. Örnek olarak kendi evine götürüp çocuklarının yüzlerini gösterdi. Kendisi bu izleri yüzünde ömür boyu taşıyor ve taşıyacaktıda oysa. Evleri; hasırdan duvarlı, kum zeminli, sadece 3-5 emaye ve tahtadan oyulmuş kap- kacak, bir dibek, battaniye, hasır ve çömlek bir  su testisinden ibaret. Gardırop, elektrik, buzdolabı, tuvalet ve musluk vs.  gibi detaylar yok evlerinde. Çok sade ve basit bir yaşam değilmi?

    Okulda çocuklar kum zemin üzerine oturuyor, kağıt, kalem, kitap olmadığından kum üzerinde yazı yazmayı öğreniyorlar, çeşitli büyüklükteki düz yüzeyli tahtaların üzerine yazılmış Kur’an surelerini ezberliyorlar. Sadece şehirlerde batı usulü az sayıda  okul var ve kırsalda ya hiç okula gidilmiyor, yada deminki gibi kuma yazı yazabildikleri, kalemsiz, deftersiz Kur’an kursları var.

     

    Nijerde hayatınızın değerlerini gözden geçiriyorsunuz. Zenginliğinizi ve ne kadar şanslı olduğunuzu anlıyorsunuz. Ama içiniz burkuluyor mutluluğunuzda. Sizin sahip olupda  ihtiyacınız olmadığı için kullanmadığınız öyle çok şeye orada ihtiyaç varki. Tabağınızda arttırıp bıraktığınız yemekler, beğenmedim deyip yemediklerimiz, muslukta ve duşta akıttığımız o tertemiz berrak su !!! Nijeri görmelisiniz mutluluğunuzu yeniden tesis etmek için. İçinizdeki o yardım etmek için çırpınan güzel insanı keşfetmekse en güzel kazancınız olacak bu geziden.

     

    Meğerse ne kadar ihtiyacım varmış Nijere gitmeye …Yardım etmeye gidiyorum sanmıştım oysa . Öyle zenginimki artık. Nijer bana, insanın gerçekten mutlu olmak için ne kadar az şeye  ihtiyacı olduğunu gösterdi. Çünkü oradaki insanların  hiçbir şeyleri yok bizim değerlerimizle. Ama garip bir şekilde mutlular. Fakirlik; mutsuzluk,zenginlikte mutluluk değilmiş, bunu öğretti Nijer. Sevgiyle selamlaşmak, çıkarsızda verebilmek, paylaşmakmış mutluluk. İçtiğim suyun bardaktaki rengi, ağzımdaki tadıymış meğer. Çamur birikintilerinden toplanan o kahverengi suyu kilometrelerce, başlarında testi, ellerinde sarı bidonlarla evlerine taşıyorlardı insanlar. Tek çeşit bir tohum üretebiliyor ve 365 gün, tüm öğünlerinde neredeyse bu tohumun unundan yapılan bir hamurla besleniyorlar. Çölde 100-120metre derinlikteki ilkel kuyulardan öküzlerle, eşeklerle yada insan kuvvetiyle su çıkarıyor, kilometrelerce ötedeki kamış evlerine taşıyorlar. Duş mu alacaklar, yemek mi yapacaklar, tuvalette mi kullanacaklar düşünün artık. İnanın gördükleriniz hayatınızda milat olacak. Yeni yılda Nijeri gezerken kendi iç dünyanıza seyahate çıkacak ve hayatınızdaki olmazsa olmazlarınızın nasılda önemsizleştiğini göreceksiniz. Olmazsa olmazlarınız olmamaya başlayacak ve hafifleyecek, bir anda özgürleşeceksiniz. Dertlerinizi azaltacak Nijer, Depresyonunuzu, karamsarlığınızı tedavi edecek. Mutluysanızda mutluluğunuzu katlayacak…İşte bunu yazarken içim ikna olmadı.Hayır, sizi daha  mutlu etmeyecek. Belkide mutsuz edecek. Hayatınızı nasıl boş ve gereksiz pek çok şeyi kafanıza takarak dertlendiğinizi ve ömrünüzünün pek çok zamanını bu şekilde geçirdiğinize hayıflanacaksınız. Ama emin olunki daha dingin ve huzurlu bir yaşama acilen geçmek için hayatınızı size yeniden planlattıracak  Nijerdeki Yaşam.

     

    Öyle dostlarki, öyle güzel gülümsüyorlarki size .Taaa içinize, en derinlerinize baktıklarını hissediyorsunuz. Sizinle tokalaşmak onlara verebileceğiniz en güzel armağan olarak algılanacak. Size dokunmak isteyecekler, sevgiyle bir çok minik parmağın teninize sevgi, incitmeden  ve merakla dokunduğunu hissedeceksiniz. Gülen gözlerle size her yüz, el sallayacak, kalbinizi titreterek. Saçları model model örülmüş boy boy kız çocukları, kısacık kesilmiş o kıvırcık saçlı oğlanların başlarını okşarken ellerinizin sevgiden alev aldığını düşüneceksiniz. Orada ayak üstü  yiyeceğiniz mangonun tadını ise ömrünüzce unutmayacaksınız.

     

    Ben beş yıldız konforundan taviz vermem diyenler olacaktır. Sizin içinse üzgünüm ..Gitmeyin. Sakın gitmeyin Nijere. Beş yıldız konforuyla yetinin. Bu kocaman yüreklerdeki dostluk ve sevgi seli, gülen, sizinle temas etmek isteyen  onca insanın ilgisinden, elde edeceğiniz, hayatı sorgulayıp huzura giden iç sorgulamasından mahrum kalın . Bu koşturmacadan depresyona henüz girmediyseniz, gireceksiniz demektir merak etmeyin. Bir süre daha yalnızca” para” ve “ ben”  demeye devam edin yeter.

     

     Bir grup gönüllü insan Nijer’e yardım ederek  ruhsal  şifayı yakalamayı farketmişlerki, defalarca doktor organize edip, gıda, keçi dağıtımı ve en önemlisi ve bence en doğal insan hakkı olan temiz içme suyuna kavuşmalarını sağlıyorlar. İşte hayatın girdaplarında, doyumsuzluk sancılarıyla kıvrandığımız bu çağda, diş hekimliğiyle yetinmeyip, üstüne psikoloji yüksek lisansı yapma sevdasının kurbanı oldum. Gelen hastalarım, dışarda konuştuğum sosyal çevrem, gazete ve dergilerde öyle ruhsal sorunlarla karşılaşıyorum ki mesleğimi tamamlayacağını düşündüğüm psikoloji okumaya başladım.Ve bir derneğin belli aralıklarla düzenlediği eğitim kurslarına katıldım.Tabi ben orada yalnızca psikoloji öğreneceğimi zannediyordum. Nijer’e davet alacağımdan tabiki bihaberdim. İnternet sitesilerinde okumuş ve çok özenmiştim, yaptıkları temiz içme suyu kazandırma ve sağlık hizmetleri için. Sonra dernek başkanı Psikiyatri uzmanının yeni çıkan kitabını okurken  oradada bu konudan bahsettiğini görünce  iyiden tutuşmuştum. Ama çok yeni tanıyordum bu insanları ve bu işlerin ne şekilde yürüdüğünü bilemiyordum. Bir kurs bitiminde hekim olduğumu öğrendiği için “Nijer gezimiz var yakında, sizde katılırmısınız?” sorusu soruldu aniden…İşte o an zaman durmuş, benim netten  ve kitaptan okurken ki düşüncelerim, duam tekrar önümde canlanmıştı. Hiç düşünmeden, belkide sorusunu ben kafamda tamamlayarak  “evet” cevabını hemen, büyük bir sevinçle vermiştim. Bu soruyu soran kişide, bu kadar sualsiz ,sorgusuz  “evet” cevabı almayı sanırım beklemiyordu. “Yolculuk zordur ama, zahmetli bir yolculuktur” falan diyerek beni uyarma gereği duymuştu..Benim ne kadar bu iş için gönülden hazır olup, bu durumu kendimce dilediğimi bilmediği için şaşırmıştı. Kendinizi yenileyin, yeni yılda yenilenin ve Nijere gidin. Kara kıtanın sizi nasıl akladığını deneyimleyin. Verebileceklerinizi verin.

     

     Beni davet eden bir avuç gönüllü insan orada; katarakt ameliyatları, sünnet, fıtık ve hidrosel ameliyatları, diş çekimleri, su kuyuları organize ediyorlar . Aile reisi olmayan çocuklu kadınlara 3 dişi bir erkek keçiden oluşan keçi ailesi 1 yıllığına emaneten veriliyor, yılda 2 kez yavru ve her seferindede 2 yavru verdiklerinden 1 yılın sonunda 12-13 keçi ellerinde kalıyor ve verilen ilk keçi ailesi geri alınıyor. Böylece hem çocuklar sütle beslenebiliyor, hem de aile bütcesine  gelir elde edebiliyorlar. Kuraklık dönemlerinde ise o bölge insanının lokal yiyeceği olan bizdeki buğday anlamında ama onlar için neredeyse tek gıda olan Milet denen tohumları dağıtıyorlar.

     

    Götürdükleri doktorlara Dünya bankasının klimalı, banyosu, duşu olan kiraladıkları  odaları tahsis ediyorlar. İsteyen doktor kendi yol parasını ve masraflarını ödüyor, yada bu doktorların ücretsiz hizmetleri karşılığı onların yol ve kalış masraflarını karşılıyorlar. Tabi bu paraları yine gönüllü bazı insanlardan bağış olarak alıyorlar.  Şimdi bu yardımları daha disiplinli ve düzenli hale getirmek ve halkın eğitilmesini, kendilerine yetecek hizmetleri elde etmelerini sağlamak için çeşitli kurslar ve sağlık hizmetlerinin verilebileceği eğitim ve kültür amaçlı bir Türk Köyü projesi için, her düşünen beyne soruyorlar. “Acaba daha ne yapabiliriz ve nasıl yapabiliriz?” diye. Sizlere bu yazıda hem Nijeri, hemde bu faaliyetleri, değerli  Editörümüz Elif hanımın açtığı bu sayfalar ile anlatmaya çalıştım.Yaşadıklarımın getirdiği, paylaşılmadan taşınamayacak çokluktaki  hazları ve coşkunluğu bir çırpıda yazarak kitap haline getirdim.Yayın evlerinin” bu kitap satmaz, siz meşhur biri değilsiniz!” demesiyle sönmeyecek bir aşka dönüşmüştü artık Nijer. Aslında Türkiye de meşhur olmakda çok kolaydı (!) ama bizim için lazım değildi. Yine Elif hanımın büyük desteğiyle “Ufkumun Ucundaki Nijer “adını verdiğimiz bir kitapla bu gezinin amacını,  Nijer’i ve kocaman yürekli insanlarını, elimin erdiği, dilimin döndüğünce  anlattım. Belkide elde edilecek gelirle bir su kuyusu, yada  Türk köyü projesine desteği olur düşüncesiyle yazmaya  çalıştım. Okuyacak olan insanların bu yapılanlardan ve orada ki yaşamın diğer yüzünden   haberdar olmasını istedim. Gelirini ve tüm haklarını da beni bu geziden haberdar eden o güzel insanın psikoloji derneğine, Nijerdeki faaliyetlerine destek olması dileği ve amacıyla hediye ediyorum. Size bu derginin ulaştığı günlerde de “ Ufkumun Ucundaki Nijer “kitabını Elif hanım mis gibi taze kesilmiş kağıt ve mürekkep kokusuyla, ”sadece kağıt masrafını alarak “ basmış olacak inşallah. Yardımınızın şekli isteğinize ve sizin düşlerinize, hayallerinizin, ufkunuzun  genişliğine bağlı.  

     

     Gidecekmisiniz?Acaba siz ne dersiniz? Varmısınız? Neresinde olmak istersiniz?

     

    Diş Hekimi

    ŞENAY ÇETİN

    31 Aralık 2007-İstanbul

     

     

     

     

  • Başkan İbrahim Ceylan / Teşekkür Yazısı

    DEĞERLİ BÜYÜKLERİM VE KARDEŞLERİM,

    Sözlerime başlamadan evvel hepinizi en kalbi duygularla selamlıyorum.

    Biliyorum, bu selam size nasıl ulaştıysa Afrika’daki o duru gönüllere, kardeşlerimize de öylece ulaştı. Çünkü gönüllerimiz BİR oldu, biz onlar olduk artık. Eminim ki, onlar sizlerin de bir parçası oldu, aklınız oralarda kaldı. Belki bizlere bir daha Nijer'e gitmek nasip olmayacak. Bu kısa zaman diliminde birlikte bir ömür boyu unutamayacağımız çok şeyler yaşadık hepimiz. Afrika kelimesini her duyduğumuzda hatıralarımız canlanacak, her şey gözümüzün önüne yeniden gelecek, her seferinde birileriyle hep paylaşma ihtiyacı duyacağız anılarımızı ve bu zaman dilimi hep canlı kalacak hayatımızda.

    Varlığı bile birçok kişi tarafından bilinmeyen Nijer’in ismi, bilinen Nijerya ile karıştırıldığında hemen atılıp, Nijer’in farklı bir ülke olduğunu anlatmaya çalışacağız, sanki bizim bir parçamız gibi sahiplenme duygusuyla. Nijerya değil, bu başka bir ülke ‘Nijer’ diyeceğiz. Afrika’daki yerini tarif edeceğiz, yüz ölçümünü, nüfusunu, dilini, dinini, yolunu, suyunu, selini anlatacağız. Acaba anlatabilecek miyiz, hissettiklerimizi? Umut ve çaresizliğin yansıdığı o gözlerdeki ifadeyi anlatacak kelime bulabilecek miyiz? Ufuksuzluğu, teslimiyeti, sabrı tarif edebilecek miyiz? Ben çok zorlanıyorum ifade ederken, sanırım siz de zorlanacaksınız. Afrikalıyı anlatmak zor, onları anlatmak için önce anlamak gerek.

    Afrikalıyı anlamak için birçok duyguyu barındıran gözlerinin içine bakmanız yeterli olabilir oysa. Onları anlatmak istediğinizde uygun kelime bulmakta zorlanırsınız, onları bir nebze anlamak için onlara dokunmanın, onlarla aynı havayı teneffüs etmenin gerekliliğini, başka türlüsünün mümkün olmadığını sizlerin de hissettiğine eminim... Her fırsatta söylediğim gibi, Afrika bir okul, her seyahat bir sömestr dönemidir bizler için. Ders başlıklarınız SABIRDIR, ÇARESİZLİKTE YAŞAMAKTIR, SAHİP OLDUĞUNLA YETİNMEK, KENDİNE AİT OLMAYANA EL UZATMAMAKTIR. AZLA YETİNMEK, ACIYA DAYANMAKTIR, BEKLEMEYİ BİLMEKTİR.

    Bizler onlarla evlerini ziyarette, kuyu başlarında, tarlalarında, milet döverken, sizler ise onları ameliyat ederken, tetkiklerini yaparken, hiç görmedikleri veya uzun zamandır göremedikleri dünyayı görmelerine vesile olurken, yıllardır ağrısını çektikleri azı dişlerini çekmek zorunda kalırken, serum takarken, bahçeye taşırken birlikte oldunuz. Gördünüz sessizliklerini, teslim oluşlarını, size güvenlerini, hep birbirine karıştı duygular.

    Biliyorum, birçok şeyi sorguluyorsunuz hayatınızda. Nelere sahip olduğunuzu, neyiniz olmadığı için dertlendiğinizi düşünüyorsunuz. Oysa onların hiçbir şeylerinin olmayışı, çaresizlikleri kimimizi utandırıyor, kimimizi düşündürüyor. Daha ordayken sorgulamaya başladınız kendinizi, ne su içebildiniz kalabalıkta, ne öldürücü sıtmaya yakalanmanız sizi telaşlandırdı. Çaresiz bakışların gölgesinde kaldı hep, “olmazsa olmazlarımız”. Artık “olmasa da olurlar”ın dönemi başlıyor bizler için.

    Önümüzde daha çok Nijerler, Maliler, Burkinalar olacak. Sadece Nijer’e on kez den fazla gittik, hala kendimizi sorgulamamız bitmedi. Şöyle derinden bir anlatmaya kalksak beyaz yüzlü kara Afrikalıları, bir hüzün kaplar içimizi anlatacak kelime, tarif edecek söz bulamayız. Her defasında karışır duygularımız gözlerindeki çaresizliği gördükçe. Kayıtsız teslim oluşları içimizi hep burkmuştur. Samimi tebessümleri bir armağan gibi gelir bizlere. Bazen kıyas bile yaparız onlar mı yoksa bizler mi daha mutluyuz diye.

    Kendini dünyanın ekseninde, milletler adına karar verme yetkisinde gören sözde medeni, fiilde cani liderlerin, onlara ses çıkarmayan çifte standartlı halklarının insanlık adına kirlettiği, insan sevgisinin anlamının unutturulduğu bir dünyada, haritada yerini bulmakta zorlandığımız Nijer’deki Müslüman kardeşinin ıstırabını dindirmeyi kendine vazife edinen siz ve bizlerle gelemese de gönlü bizimle olan sizin gibi gönüllü kardeşlerimiz var olduğu sürece gelecekte çok önemli işler yapacağıma olan inancımı hiç kaybetmedim.

    Sözlerime bitirirken, varlığını yanımızda hissetmenin verdiği gücün yanında, büyük desteklerinden dolayı Başbakanlık TİKA Kuruluşumuz Başkanlığı’na ve Sağlık Bakanlığı Dış İlişkiler Daire Başkanlığı’na, bu kurumlarda emeği geçen bütün bürokrat ve çalışanlarına, bu seyahatleri gerçekleştirmemizde payı olan yardım severlerimize, ilaç desteğinde bulunan ilaç firmalarımız ve sivil toplum kuruluşlarına, bu projeleri birlikte gerçekleştirdiğimiz dernek ve vakıflara, şahsım, Gönüllüler ve mazlum Afrika insanı adına teşekkürü bir borç biliyorum.

    Her seyahat sonrası gönüllülerimizin meziyetlerini yazardım. artık yazmamaya karar verdim, belki eksik yazarım kaygısıyla. İyi ki varsınız, ellerinize yüreklerinize sağlık. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum, bizlere anlayış gösteren ailelerimize, büyüklerimize, eşlerimize minnet ve şükran duyuyorum. Sizin gibi dostları bizlere kazandırdığı için Rabbime Hamd ediyorum. Bir kusurum olduysa özür ve helallik diliyorum. Sizleri çok sevdiğimi hissettiremediysem, bu satırlarda bir kez daha söylemek istiyorum.

    Selam ve sevilerimle

  • Habibe Cevahir KAYA / 21.10.2011

    Yukarılardan bakıldığında dünyamız hep aynı.

    Yeşil, mavi ve toprak rengi AMA ŞİMDİ AFRİKADAYIZ.

    Kendi penceremizden baktığımızda da hayat hep aynı, AMA ŞİMDİ YOKLUK BELDESİNDEYİZ.

    Şimdiye kadar gördüğünüz, gezdiğiniz, aldığınız, yediğiniz, beğendiğiniz, sevdiğiniz ne varsa Alışveriş merkezlerini, caddeleri, köprüleri, parkları, sinemaları, bağları, bahçeleri,

    Daha ne varsa lokantaları, fabrikaları, kültür merkezlerini, sinemaları, eğlence yerlerini,

    Daha ne varsa, kaliteli ev eşyalarını, modern iş yerlerini, yattığınız hastaneleri, gittiğiniz otelleri, Daha ne varsa kullandığınız bulaşık, çamaşır makinesi, buzdolabı, fırın, bilgisayar, televizyon Daha ne varsa yediğiniz sayısız yemekleri, içecekleri de, her tat renk ve kokudan lezzetleri de,

    Daha ne varsa hayatınızdan çıkartırsanız geriye kalan....

    İŞTE DOKUNULMAMIŞ AFRİKA

    Görkemli ağaçları, başıboş akan nehirleri, kendiliğinden oluşan yolları, cehennem sıcağında, toza bulanmış hayatlarıyla, sıradan bahçeli evleri, basit yapılı işyerleriyle, elleriyle yedikleri yemekleri, beraber yaşadıkları hayvanlarıyla, sağlıksız kalmış bedenleri, zayıflamış beyinleri ve açlıktan ölenleriyle ve daha göremediğimiz hatta daha vahimini düşünmek bile istemediğimiz, bize garip gelen bu hayatları, hayalinizde canlandırdığınızda, zavallı gördüğümüz, acıdığımız bu insanları, sanki evcilik oynamaya gelmişler, sanki biraz kalıp gidecek misafir misali, kimsenin hakkına dokunmayan elleriyle kaderlerine razı olmuş, boynu bükük, açmadan solan çiçek misali “AÇIM” bile demeyen, dilleriyle bize ibret olacak bu garip halleriyle ruhumuzu karartıp, duygusal bir garipliğe sürükleyerek, kendini anlatır bize...

    GÖRMEYEN AFRİKA, kara tenli ve kara yazılı kardeşlerimizin yanında yukarıdaki güneş onların tenlerini yakarken, içimize düşen bir ateşte yüreğimizi yakar. Çünkü Afrika’da hayat; sadece NEFES ALMAKTAN İBARET. Yokluğun tam anlam bulduğu bu yerde, derinden bir nefes alır, kocaman bir iç çeker ve yürekten yardım edersiniz çünkü AFRİKA YOKLUKTAN İBARET.

    Her türlü yardımın geçerli olduğu bu yerde, acaba daha ne yapabilirim dediğiniz ve yapacak olduğunuz her türlü iyilikle de aslında kendi kendinize yaptığınız iyilik ve içinize verdiğiniz huzur ve mutluluğu tarif edemezsiniz. Bu yakıcı coğrafyanın sıcağına ve bu yoksulluğun kucağına, istemeden düşen bu çaresizlerin dünyasına bir çare, hayatlarına bir renk, dünyalarına bir ışık, ömürlerine bir hayal bir düş olup, bir başka âlemi olabiliyorsanız eğer dünyanın en şanslı insanı sizsiniz.

    Evlerini her yıl çamurdan inşa eden ve her yıl muson yağmurlarıyla sele teslim edenlerin dünyasında kalıcı ne olabilir ki? Görmedikleri, bilmedikleri, yemedikleri, giymedikleri, şeyleri nasıl hayal edip nasıl isteyebilirler ki? Mazlum olup, mağdur olmak, hem de bu kadar mahkûm olmak! Aynı kaba, aynı yemeğe, aynı suya, aynı doğaya ve aynı kadere, kısalan ömüre doğarken mahkûm olmak ve en acısı AFRİKA’DA ANNE OLMAK! Bir anne düşünün; ayakları yalınayak, göğüsleri çırılçıplak, bedeni zayıf, bacakları kemik, zarafetten güzellikten uzak, sırtında saatlerce taşıdığı çocuğuyla, yolların, yılların fedakâr, cefakâr kahramanı bir anne. Hiç iyi olmamış ki hastalığı bilsin! Hiç doyasıya yememiş ki, aklı başına gelsin! Yüreği her dakika aç kalan çocuğuna yanan bir anne, oyundan uzak, oyuncaktan uzak, bedenleri birbirine yapışmış sanki annesinin kucağında, iniltileri her dakika kulağınızda olan bir gün ya da bir saat hatta bir dakika düşünün, dayanılmaz bir acı... KATLANAMAZ HER YÜREK.

    “BİZİ GÖREN YOK MU, BİZİ DUYAN YOK MU?” diyen, çığlıkların ortasında kalmış bir dakika düşünün. Bütün çaresizliğinizi alıp kucağınıza, bütün sessizliği bürünüp ocağınıza, kendi kendinize yandığınız sıcağınıza döndünüz mü, hiç bu kadar?

    Aç annelerin, süt veremeyen göğüslerden neredeyse ateş fışkıracak çıplak bedenlerin, namus sorgusuna hangi cevap örtü olacak? Anneler ölen çocuklarını gömdüğü mezar başlarında gözyaşı bulamadığı gözlerinde tesellisi olmayan çaresiz, kimsesiz ama genelde verdiğiniz bir lokmayı iki parçaya bölecek kadar anne yüreği taşıyan anneler... Her sabah kuşlar gibi yemek bulma hevesiyle güneşe doğru uçan akşama yavrusuyla yokluğa teslim olmuş kuşlar kadar da özgür olamayan anneler gördüm. Oysa biz iletişim çağını yaşarken acaba Afrikalıyla neden iletişim kuramadık? Medeniyet, modernizm bu kadar gelişti derken oralara neden ulaşamadık? Dünyanın bir kısmı yüz yıl ilerdeyken, bir kısmını ilkel çağda görmenin sırrı nedir acaba...

    İnsanlıkta kardeş olduğum KARDEŞİM, SENDEKİ TEN Mİ YOKSA BENDEKİ BEN Mİ KARA? sorsana bana. Afrika sen ki: yüreğimdeki yara...

    İkimizde veda edelim artık ulaşılmayan uzaklara
    Biz onlara ileri ve refah bir medeniyet yaşadığımızı,
    Onlar bize acılara ve yokluğa dayanmanın bütün ihtişamını sunuyor,
    Evet tam da bu şaşkınlığı yaşatıyor Afrika size.
    Ve insan olmanın verdiği dinamiği harekete geçiriyorsunuz.
    Kalmasın paylaşılmayan bir yudum ekmek ve bir damla su
    Kalmasın yeryüzünde ağlayan bir anne, ölen bir bebek
    Kalmasın ulaşılmayan bir mahzun gönül, bir perişan yürek,
    Kalmasın gururu incinmiş bir baba, adam sayılmamış bir erkek
    Kalmasın “görmedim, tatmadım, yaşamadım” diyen bir kimse
    Kalmasın paylaşılmayan en küçük mutluluk, bir derya huzur
    Bu değil mi yaşamın kazancı?
    Bu değil mi gerçek saadet?
    Ve bu değil mi var olan gerçek?
    Kimsenin kendi tercihi değilken
    Zengin ya da fakir olmak,
    İstenen odur ki: bunlardan insan olmak,
    BENİ FAKİRLİĞİNLE ZENGİN EDEN KARDEŞİM
    SENİN SAYENDE HİSSEDİYORUM
    BANA, BENİ GÖSTEREN KARDEŞİM
    SENİN SAYENDE KAZANIYORUM
    DÜNYANIN ULAŞMADIĞI OLSAN DA
    SANA BAKARAK SESLENİYORUM
    Dünyanın bütün güzellikleri benim, çünkü dünyanın bütün bebeklerini seviyorum.
    Dünyanın bütün geleceği benim, çünkü dünyanın bütün çocuklarını kucaklıyorum.
    Dünyanın bütün iyilikleri benim, çünkü dünyanın bütün kadınlarına selam veriyorum.
    Dünyanın bütün çirkinliğinden uzaklaşıp, bütün iyiliklere ve güzelliklere sarılıyorum.
    İşte tek tercih edebildiğin, senin ya da benim
    Paylaşılabilen yaşanabilen elimizdekilerle yetinilebilen bir hayat
    Size verilenlerle
    Bu coğrafyada hayat
    Beklemekle başlayan, sabırla devam eden, yoklukla biten,
    Ağaçların gölgesinde içtiği çamurlu sularla, geçmeyen dakikalarda
    Ve görmeyen gözlerin hayal kurmayı bile bilmeyen zihinlerin, yaşadığı
    Bunca zamanı,
    Bu basit yaşamı, kendi koşullarımızda, algılamamız çok zor bir durum,
    İç acıtan bir manzara.
    Sanki misafirliğe gelmiş bu kadar insan,
    Sanki bir sürgün hayatı yaşamaktalar,
    Ne büyük bir hayal peşindeler, ne de iş,
    Sakin geçen her gün, saatsiz geçen her dakika,
    Uğraşsız geçen her bir hayat,
    Bu boşluğu neyle doldurur ki insan!
    Yürüdüğümüze toz havaya kalkıyor, sıcak gözlerimizin içini yakıyor,
    Ağaçlar meyvesiz, sanki hiç el değmemiş
    Etrafta medeniyete ait çok az şey var,
    Evler çamurla yapılmış bahçeler eğlencesiz,
    Ne çiçek ne salıncak ne araba ne park yeri nede köpek kime aitse!
    Uzun uzun yürüyebilirsiniz alanlar boş,
    Parklar ağaç gölgesinde çay demleyip satan kadınlarla dolu
    İki direk arası maç yapan çocuklar, beyaz entarileri toprak rengi olmuş,
    Ne yaptığını bilmediğiniz yürüyen insanlar.
    Ne yerler, nereye giderler nasıl bir hayat felsefeleri var bilinmez.
    Giydiğine marka demez, yediğine hamur demez, içtiğine çamur demez...
    Şikâyet bilmez, isyan bilmez...
    VARLIĞINI, YOKLUĞUNLA DUYURUŞUNA
    TESLİM OLMUŞ BEKLEYEN BU DURUŞUNA
    SÖYLEYECEK TEK SÖZ OLMAYIŞINA
    ÜZÜLDÜM, BUNCA YIL VARMAYIŞIMA
    SENDEKİ TEN Mİ
    BENDEKİ BEN Mİ KARA
    BİLEMEDİM
    GÖREMEDİM AFRİKA...